top of page

Ödüllü Pasta




Alacaklı gibi çalınan kapıyı açtım. Nalan teyzem can havliyle kendini içeriye attı. Belinin üzerine yayılarak koltuğa yığıldı. Bacakları göbek tümseğinin iki yanına savruldu. Boydan boya kaçmış çorabı ortaya çıktı.

“Hoş geldin Nalan teyze, sana su getireyim.” deyip mutfağa geçtim.

Annem “Ne bu telaş, bizim yaşımızda merdiven böyle mi çıkılır?” diye sitem etti.

Yanlarına döndüğümde elimden kaptığı bardağı bir çırpıda kafasına dikti. Su boğazına kaçtı, öksürmeye başladı. Annem hızla sırtına vurdu. “Helal, helal!”

Sırtına inen şaplak bile spreyli bukleleri bozamadı. Eşit dağıtamadığı fondöten yüzünden, suratı maske takmış gibiydi.

Sarı zincirli, kırmızı rugan çantasından çıkardığı kâğıt mendile kırmızı rujunu sildi, mendili elime tutuşturdu. Elini uzatırken kırmızılı ojeli elleri titriyordu. Hakiki pırlanta yüzüğü bulutların arasından parlayan güneş gibiydi.

“Ne oldu Nalancığım?” dedi annem.

“Sorma! Hiç bu kadar utanmamıştım.”

Ben meraktan elimdeki mendille kapının ağzında bekledim.

Dizlerine vura vura “Çınar’ımın kermesinden geliyorum. Sınıf annesi, tüm veliler hamur işi yapsın getirsin, diye yazdıydı. Hay gitmez olaydım!”

“Bu hâlde mi gittin kermese?” diyen annem bana dönerek, “Kızım bize kahve yap, gel.” deyince kulağım içeride, mutfağa geçtim.

Teyzemin sesi mutfağı doldurdu.

“Dur baştan anlatayım. Geçen seneki ilk toplantıda, ‘Ders yaparken camları açmasanız olur mu Çınar’ım hastalanır.’ dedim diye beni sevmediler. Geçen gün de Çınar’ımı ağlatmışlar. ‘Sen evlatlık mısın? Nineye anne diyorsun.’ demişler. Geldi, sordu ‘Anneler kaç yaşında olur, nineler kaç yaşında olur?’ diye. Ben de ‘Otuz iki yaşındayım.’ demiş bulundum.”

“Annelerin yaşı olmaz, deseydin ya. Kaç yaş küçülttün sen kendini?”

“Dur bakayım.” diyerek parmaklarını saymaya başladı. “Otuz iki, otuz üç… Kırk beş, kırk altı, küçül de cebime gir Nalan!”

“Sus, sus. Çınar da doğru söylemedim diye bana küstü zaten. Gönlünü almak için kermesi fırsat bildim.”

Annemler altı, yakın kız arkadaşlardı.

Lise zamanlarında annelerinden özenerek gün yapmaya başlamışlar. Yirmili yaşlarında kısmetleri çıktıkça da sıra sıra evlenmişler. Bebeği ele avuca gelen güne devam etmiş.

Aralarında en güzeli, en havaisi teyzemmiş. Kar beyaz cildi bozulur diye asla güneşe çıkmazmış. Ev işlerini de sevmezmiş. Tır şoförü Ekrem abinin tatlı diline kanmış. Yıllardır Ekrem abi seferden her dönüşünde özlemini, evin tüm işlerini yaparak gösterirmiş.

Teyzemin iki tane düşüğü olmuş, tedaviler peş peşe gelmiş. Teyzemin bebek aradığı yıllarda ikinciyi, üçüncüyü yapanlar olmuş. Hamileliklerini saklamalarını, o odaya girdiğinde susmalarını teyzem anlasa da bilmezden gelmiş. Ama yakın arkadaşlarından biri, “Üç erkek doğurdum, kısır Nalan kadar değerim olmadı.” sözünü söyleyince onlarla ilişkiyi kesmiş. Sonra da her günü annemle birlikte geçirmeye başlamış. Oturarak konuşmaktan yorulduklarında karşılıklı çek yatlara uzanır devam ederlerdi.

Sıkıntıdan birlikte pastacılık kursuna gittiler. Belge törenindeki yarışmada teyzemin muzlu pastası birincilik ödülü aldı.

Teyzem, “Kardeşin olacak.” dediğinde ben on beş yaşındaydım. Çocuğu olmayacağına o kadar inanmıştım ki annem hamile sandım.

Aylarca bebeğin adı tartışıldı. Kız olursa Nazlı Bahar, erkek olursa Murat Çınar olmasına karar verildi.

Elimde kahve tepsisi girdim tekrar yanlarına. Bana bakmadan uzandı, aldı kahvesini, yandaki sehpaya koydu teyzem.

“Çınar’ıma dedim ki, şu benim madalyalı muzlu pastamdan yaparım. Herkes pastayı konuşur yaş mevzusu ortadan kalkar. Benim oğlan herkese söylemiş pastayı.” Yanağından gıdığına süzülen teri eliyle sildi. Maskesi hepten sıyrıldı. “Ekrem’in İtalya’dan getirdiği altı kırmızı boyalı, siyah stilettoları giyecek bir yer bulamadıydım. Onları giyeyim de yaşın sayıdan ibaret olduğunu göstereyim istedim.”

Memnuniyetsiz ifadeyle burnunu elbisesini degajesine sokmuş kendini koklayarak, “Üzerime giyeceğim siyah eteğin fermuarı patlayınca kaldım bu kokutan jarseye” dedi. Sevgilisini kollarında taşıyormuş gibi ayağa kalkarak, “Pasta kutusu kollarımda, stilettoların üzerinde dimdik bir girişim var.” Bozulmayan buklelerini savurdu. “Görseydin, dönüp dönüp baktılar.”

Sesini alçalttı. “Kermes masasına varınca ne göreyim?”

Annemle aynı anda hayretle “Neeee?” demişiz.

“Bana meydan okumuşlar, yirmi tane muzlu pastayı sıralamışlar. Neyse ben pastamı en öne koymak için dizlerimin üzerinde prensesler gibi eğildim. Eğilmemle topuğumdan kalçama kadar çorabımın kaçması bir oldu.”

Sahneyi görmemiş olmamıza rağmen bize saniye saniye yaşattı. Annemin de benim de aynı anda sanki çorabımız kaçtı. Sinirimiz bozuldu.

“Çorabımın kaçtığını görünce kaşla gözle konuştular. Mesajlaşıp sırıttılar.”

Tekrar yerine otururken “Olsun, bozuntuya vermeden gene dimdik geçtim tezgâhın arkasına. Kıpırdayamayacağımı anlayınca ‘Sizi kasa yapalım.’ diyerek para kutusunu önüme koyuverdiler.”

“Çınar’ım beni görsün istedim. O da yanıma hiç gelmedi, iyi mi?”

Elleriyle ensesini ovalayarak “Asker gibi kıpırdamadan bu saate kadar dikildim. Allah okulda çalışanlara güç kuvvet versin. Uğultudan, gürültüden başım tuttu. Her teneffüs artan amonyak kokusundan içim kalktı. Bir daha anca Çınar’ımın mezuniyetinde giderim.”

“Yok canım abartıyorsun, daha iki yıl var gidersin. Gidilir, gidilmez olur mu?” Annemin teselli sözleri havada asılı kaldı.

Ağzındaki baklayı çıkardı sonunda “Abla, abla diye peşime takılan o aşüftelerin şeytan görsün yüzünü.”

“Abla, abla” derken, boyunlarını uzatmış kazlardan gagalanmamak için kaçıyor gidiydi. Gözünde bir damla yaş.


Hülya HİÇYILMAZ

11 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Cep Mendili

bottom of page