top of page

O,Sen,Ben,Kadın...

ree

“Çantasını omzuna attı, trene atladı.”

Bu cümleden yola çıkarak bir öykü yazacaksın. 

Bilgisayarda yeni bir dosya açıyorsun.  Dosyaya ‘Tren’ adını koyuyorsun. Düşünüyorsun. Kadın trenle, sırtına atabileceği küçük, hafif bir sırt çantasıyla nereye gidiyor olabilir? Neden kadın dediğini düşünüyorsun birden. İyi, kadın olsun. Sen de kadınsın.

Senin yolculukların hep önceden planlanmıştır. Şimdi planı öykündeki kadın için yapıyorsun.

Nereye gidiyor? Trenin nereden kalkacağına karar veriyorsun, Pendik istasyonundan geçen trenleri internetten araştırıyorsun. İstanbul- Ankara treniyle, Ankara’ya gidiyor, diye kafanda bir yere yerleştiriyorsun.     

Neden gidiyor? ‘Acil bir telefon gelmiştir annesinden ya da kardeşlerinden. Geçim sıkıntısı yüzünden baba ocağına dönüyor da olabilir, işten kovulmuş da. Yeni bir işe girememiştir, meteliksizdir hatta biletini abisine aldırmak zorunda kalmıştır. 'Memleketine gidiyor.’ diyerek son noktayı koyuyorsun.

Kadının ailesi var mı? Evli mi, bekar mı? Kaç yaşında? Eğitimi nedir? Nerede oturmaktadır? Gün içinde kimlerle telefonla sık görüşür? Sırdaşı var mı? Psikolojik rahatsızlığı var mı? Ne iş yapar? Kaç çocuğu var?

Bunca bilinmezin üstesinden nasıl geleceğini düşünüyorsun. Bu kadar bilginin de bir öykü içinde verilmesinin olanaksızlığının farkındasın büyük olasılıkla. ‘Sigara kullanıyor mu?’ diyorsun ama bunun öyküde ne işi olacak ki diyerek önemsemiyorsun.  

Hava çok sıcak. Öyküyü zihninde toparlayamama nedenin bu olduğuna inanmaya başladın. Oysa kış mevsimi olsaydı kardan soğuktan yakınacaktın. Sonbahar ya da ilkbahar olsaydı; sana ''çık dışarı oyna, gez, dolaş, hava ne güzel işte''diyen sesi dinleyecektin. Yazamamanın nedenine takılmaktan vazgeçiyorsun.

‘Kadın pencereden dışarıya bakıyor. Beşinci istasyondan sonra evler azalıyor, ağaçlar çoğalıyor. Derken ekili tarlaları izlemeye başlıyor...’ Onunla birliktesin, gözünün önünde sahne canlanıyor. Bu ayrıntılara öyküde yer vermemeyi düşünüyorsun. Uzatmamak en iyisi, diyorsun.

Sen en son ne zaman trene bindin? Bir yıl, beş yıl… Bu süre içinde hiç mi yolculuk yapmadın? Uçakla, evet daha çok uçakla yolculuk yaptın. Tren yolculuğunu da planlamıştın, bir türlü gidemediğin: trenle Doğu Turu.

Not alıyorsun: Evli, otuz yaşında, iki küçük çocuğu var; çalışmıyor. lise mezunu; kocası mavi yakalı. Dört katlı binanın giriş katında oturuyorlar, pencereleri demir parmaklıklı çünkü korkuları var kadının. Başka bir kentte annesi, babası, abisi ve kız kardeşi yaşıyor.       

TREN

Kadın çantasını sırtına attı, trene atladı. Tren kalkmak üzereydi ve son anda yetişmişti. Biletinde yazılan koltuk numarasına baktı. Yerine geçip oturdu. Yanındaki koltuk boştu. Başını cama dayadı. Bir iki damla yaş yanaklarından süzüldü. Peronda yakınlarını  uğurlayanlar el sallıyorlardı. Onu uğurlamaya kimse gelmemişti. Tren Pendik istasyonundan yavaş yavaş uzaklaştı.

Koridorun diğer tarafındaki koltuklarda iki yaşlı kadın oturuyordu. Sık sık ona bakmalarından rahatsız oldu. Bu nedenle onlara sırtını dönüp dışarı bakmaya başladı. İstasyonlar geçtikçe aklı karışıyordu. Geri dönmesi daha mı uygundu? Dönüp dönmemekte…

“Bilet kontrol, bilet kontrol!”

Düşüncesi bölündü. Çantasından biletini çıkarıncaya kadar kondüktör yanına gelmişti. Uzattı biletini. Kontrol tamamlandı. “İyi yolculuklar.” “Teşekkür ederim.” Yarım kalan cümlesini tamamlayamadan bir başka soru geldi aklına.

‘Neden ben?’

*

Al sana yanıt arayacağın ve daha önce düşünmediğin bir ayrıntı. ‘Neden ben, ne oldu ki neden ben diye soruyor?’ diyerek şaşırıyorsun. Üstelik birkaç damla gözyaşı da sıkıştırdın satırlara.

Gecenin yarısı. Dışarıdan, yağan yağmurun sesi geliyor. Eşin yatak odasında uyuyor. Sabaha kadar da kalkmayacak. Adını koymadığın kadının eşi de farklı değildir.

Birçok hikâyenin buluştuğu yer, erkeğin kadını aldatması olduğu kanısındasın. Ağlıyor, neden ben? diye soruyor… Anımsıyorsun, âşık olan kadınlar da var. Bu hikâyelere ulaşmakta çok geç kaldın. Daha sonra kulaktan kulağa söylenenleri dinledin ama sen kimseye anlatmadın. Zincirin son halkası oldun hep.  

 Kocası aldatmıştır ama kadının da sevgilisi olmuştur. Sevgilisi de aldatmıştır kadını. ‘“Sen aldatıyorsun da ben aldatamaz mıyım?” demiştir kadına. Ne karmaşık bir hikâye. Yerli televizyon dizilerini aratmayacak gibi… Geç bunları.’ diyorsun.   

Şimdi fark ettin mi? Kadına kurban rolünü verecektin. ‘Neden ben?’ sorusu bir tuzaktı. Oysa mücadeleci ve güçlü kadınlar olmasını istiyorsun. Güçlü kadınlar…  

İki çocuğu nerede? ‘Anneannelerinin yanında olmalılar. Yoksa onları  da yanına alırdı. Okullar açılıncaya kadar kalacak olabilirler, dönmelerine bir ay var.’ Mendil çıkardığını düşününce kadını  ağlattın ya, ‘Bu olmadı.’ dedin, ‘olmamalıydı.’ Yazını değiştirmiyorsun. Ne olacağını artık sen de merak etmeye başladın.

Trenin duracağı ilk istasyonda kadını indirmeyi düşündün. Yazmaya ara verdin. Yağmur dinmiş. Şimdi gündüz olsaydı, diyorsun, gökkuşağını görebilirdim.

Hiç düşünmediği halde Eskişehir’de inecek ve  birkaç gün şehri dolaştıktan sonra çocuklarının yanına gidecek, ‘kadın onları özlemiş,’ diye geçiyor içinden.  

Güzel şeyler düşünmeli, ‘Altı üstü bir kurgu, istediğini yapabilir, ne olmuş yani? Rüyada gibi yaşayamaz mı?’ demekle, yazmanın aynı şey olmadığını deneyimliyorsun.  

TREN

Kadın çantasını sırtına attı, trene atladı. Tren kalkmak üzereydi ve son anda yetişmişti. Biletinde yazılan koltuk numarasına baktı. Yerine geçip oturdu. Yanındaki koltuk boştu. Başını cama dayadı. Bir iki damla yaş yanaklarından süzüldü. Peronda yakınlarını  uğurlayanlar el sallıyorlardı. Onu kimse uğurlamaya gelmemişti. Tren istasyondan yavaş yavaş uzaklaştı.

Koridorun diğer tarafındaki koltuklarda iki yaşlı kadın oturuyordu. Sık sık ona bakmalarından rahatsız oldu. Bu nedenle onlara sırtını dönüp dışarıya bakmaya başladı. İstasyonlar geçtikçe aklı karışıyordu. Geri dönmesi daha mı uygundu? Dönüp dönmemekte…

“Bilet kontrol, bilet kontrol!”

Düşüncesi bölündü. Çantasından biletini çıkarıncaya kadar kondüktör yanına gelmişti. Uzattı biletini. Kontrol tamamlandı. “İyi yolculuklar.” “Teşekkür ederim.” Yarım kalan cümlesini tamamlayamadan bir başka soru geldi aklına.

‘Neden ben?’

Yağmur yeni dinmişti ve gökkuşağını gördü gökyüzünde;  gülümsedi.  

''Neden ben'' sorusunu değil ''ne yapmak istiyorum'' sorusunu düşündü. Eskişehir Garı'ndaydılar. Bu kenti hep merak etmişti. Burada inip birkaç gün kalabilir ve keyfince dolaşabilirdi. Yanında yeterince para vardı.

Çantasını sırtına attı, trenden atladı. Perondaydı. Ama aklındaki dönme düşüncesinden hemen kurtulamadı. Tek başına zevk alabilir mi insan? “Alır.” dedi mırıldanarak.

İlk iş olarak şehir merkezine gitmeye ve güzel bir kahvaltı etmeye karar verdi. Bir tur planı yapardı. Sonra bir otel bulup, çantasını bırakır ve dolaşırdı.  

“İyi ki geldim!” dedi. Gülümseyerek gardan çıktı.  

*

Derste öykünü okuyorsun. Kadın hakkında açıklama yapma gereksinmesi duyuyorsun. Uzun bir konuşma oluyor kadın hakkında bildiklerini açıklaman; bazılarını konuşurken o anda uyduruyorsun.  “Kadın gerçek hayatta olabilir. Her an karşımıza çıkabilir. İçimizden biri…” diyorsun. “Neden olmasın?” Konuşuyorsun ve neredeyse kadının gökkuşağının altından geçtiğini ve hayatının değiştiğini söyleyecektin.  

“Geçekten yaşandı, gerçek bir hikâye.” diyorsun. Şöyle bitiriyorsun sözlerini. “Ben Eskişehir’de dört gün bir otelde kalmıştım.” 

“Okuduğunuz öykü, kadının hikâyesi. Kurgu, gerçek değil anlattıklarınıza göre. Kafanızda her şeyi yerli yerine oturtmuşsunuz. Sizin kendi hikâyenizi de bir başka öyküde okuruz umarım.”

Kafan karışıyor. Gerçek nerede son bulup kurgu başlar? Kurgu nerede son bulup gerçek başlar?  Yazdıkça ve okudukça başka başka şeyler öğreneceğinin artık farkındasın. Hiçbirimiz aynı değiliz . O, sen, ben, kadın…

 
 
 

Yorumlar


bottom of page