top of page
Yazarın fotoğrafıElif DİRİCAN

Yazamıyorum



 

Coronavirüsün tüm ülkeyi ve dünyayı sardığı şu günlerde evde oturmaktan sıkıldım. Online bir yazı atölyesine katılmaya karar verdim. Ne olacak sanki? Evimde, oturduğum yerde denerim, olmadı bırakırım. Belki yeteneğim bile vardır. Denemeden bilemem ki!

Ayy, hadi yazamazsam, rezil olursam... Neyse, neyse ilk dersim başladı. Ooo, neredeyse on kişi var, rezil olacağım kesin!


“Merhaba arkadaşlar. Bu akşam aramıza yeni bir arkadaşımız katıldı. Hoş geldiniz Elif Hocam."

Mikrofon nasıl açılıyordu?!..

"Hah, hoş bulduk Gülkız Hocam."

"Bu ders atölyemizde iyi başlayıp kötü biten ya da kötü başlayıp iyi biten bir hikâye yazacağız. Beş duyuyu kullanmayı unutmayın. Bir de anlatmayın lütfen gösterin. Kırk beş dakika sonra görüşmek üzere hoşça kalın.”

“Görüşürüz hocam.”

Kendime bir kahve yapayım, belki zihnim açılır. Aslında biraz uğraşsam benden yazar olur. Gülkız Hoca da dedi zaten, isteyen herkes yazabilir. "Yazarsanız, yazarsınız." Ne yazsam acaba?

İş görüşmesine gidip işe alınmayan birini mi yazsam, yoksa işinden kovulan birinin daha iyi bir işe girmesini mi? Mm, kahve acı olmuş.

“Anne, abim bana vurdu!”

“Oğlum, vurma kardeşine!”

“Önce o bana vurdu ama…”

“Tamam, artık kimse vurmasın!”

İstediği arabayı alan birini mi yazsam, çok sevdiği arabasıyla kaza yapan birini mi? O… On dakika geçmiş bile. Hemen bir yerden başlayım. Kaza yapanı yazayım. Evet, başlıyorum.

‘Arabasını geçen hafta almıştı. Arabasını çok seviyordu. Her gün arabasını siliyor, başkası binip kirletecek diye ödü kopuyordu. Arabasına bindi, sürdü. Biraz sonra acı bir fren yaptı. Başka bir araba gelip onun arabasına çarptı.’

Kalemin de mürekkebi bitiyor, cızır cızır yazılmıyor.

“Elif, bana da bir kahve yapar mısın?”

“Dersteyim şimdi, yapamam.”

Bir rahat vermiyorlar ki yazayım. Koca evde bana ders için mutfak kaldı. Burada da ‘Anne su ver, Elif kahve yap.’ Ah Virginia, kendime ait bir odaya o kadar muhtacım ki!  Neyse bir bakayım. A… Yirmi dakika kalmış. Devam etmeyeyim en iyisi. Yazdıklarımı okuyup düzelteyim.

Her cümlede ‘araba’ kelimesi geçiyor, bunları azaltayım. Hepsini anlatmışsın sen, hiç gösterme yok. Beş duyudan biri bile yok. Yuh sana! Neyse diğerleri okurken de düzeltirim biraz.

‘Arabasını geçen hafta almıştı. Arabasını çok seviyordu.’ Cık, olmaz böyle. Bu adamın bir adı bile yok. E, Ali olsun bari.

‘Ali Bey’in yumuşak bir bezle arabasını silmesi yarım saatini aldı. Kızının gözlerinin aynı mavisinden bulup almıştı arabayı.’

“Hım, bir kızım var ve onun gözleri mavi demek.”

‘Kapısını özenle açıp bindi.’

“Yeni araba nasıl kokar ki Ali Bey?”

“Ne bileyim böyle vernik gibi, boya gibi… Bilemedim şimdi.”

‘Vernik gibi boya gibi ama değil, çok tatlı bir koku buram buram yüzüne vurdu Ali Bey’in. Otobüs durağının önünden geçerken komşusu Hasan, elini sallayarak durmasını istedi. Ayakkabıları öyle çamurluydu ki adamı görmemiş gibi yaptı.’

“Valla çok ayıp etmişim. Ama şu arabaya da kıyılır mı be, çamurlu çamurlu…”

“Sen dur, az sonra kıyacağım ben ona.”

‘Sırtı, şoför koltuğunun çıkarmak istemediği naylonundan ter içinde kaldı. Göstergelerin üstünde birkaç toz zerreciği gözüne çarptı, eğilip üfledi. Kafasını kaldırdığı anda beyaz bir dolmuşla burun buruna geldi. Acı bir fren yaptı.’

Frenin acısı mı olur Allah aşkına. Doğru düzgün bir fren yap.

‘Sert bir fren yaptı, direksiyonunu kırdı. Ama dolmuşla burun buruna çarpışmaktan kurtulamadı. Küüt!’

“Ali Bey, senin bakış açından mı yazsaydım acaba bu hikâyeyi?”

‘Sen bilirsin tabii de, bende hikâye anlatacak hâl kalmadı? Gitti Maviş’im.’

“Sana bir araba borcum olsun. Ne yapayım, hoca iyi başlarsa kötü bitsin dedi.”

‘Kabahati de Hoca’ya attın. Sütten çıkmış ak kaşık oldun. Olmaz olsun böyle hikâye!’

Ders de başladı. Bu kadar olsun artık. Bir daha gözden geçireyim.

“Elif Hanım, derse sizin hikâyenizle başlayalım mı?”

“Tamam, hocam. Pek iyi olmadı ama okuyum. Sonunu da getiremedim zaten.”

Hızlıca okuyayım da bitsin hemen. Yok ya, ben beceremeyeceğim bu işi. Yazarlık kim sen kimsin? Bilgisayarı şöyle çevireyim de bulaşıklar gözükmesin. Ay, kahveyi döktüm. Ali Bey’in bedduası tuttu.

“Hoca’m, ben okumasam, kahve döküldü de hikâyeme.”

***

Öznur Hanım, salonunda kırmızı kadife koltuğuna rahatça oturdu. Yazdıklarını tekrar okudu. Sehpanın üzerindeki şekerlikten, ağzına çilekli bir şeker attı. Yazarken eğlenmişti ama ‘Kim okur ki Elif Hanım’ın yazamama macerasını?’ diye düşündü. Kâğıtları buruşturup bir top yaptı. Kâğıt topunu karşısında havlayan köpeği Paris’e doğru yumuşakça attı.


Elif DİRİCAN

 

 

 

35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Konurkaya

Comments


bottom of page