Kara Terlik
- Hava KANTAR YILDIRIM

- 19 Ağu
- 3 dakikada okunur

Pembe berjerli koltuk takımının modası geçeli çok oldu deseler de Hayriye inat etmiş o koltukları aldırmıştı kocasına. Koltuklarına uyumlu, hav yüksekliği fazla olmayan incecik halasını da sermişti ortaya. Yıkaması da silmesi de zordur diye altı metrekare değildi tabii. Kullanımı rahat, odanın ortası boş kalmayacak kadarı yeter de artardı.
Düğünden beri -üç yıldır- kayınvalidesinin alt katında kira vermeden ama ev sahibi gibi de olamadan yaşıyorlardı. Evinde tek renk hâkimiyeti vardı. Salon pembe, mutfak pembe, yatak odası pembe. Banyo da pembe. Bunca pembelik arasında renksiz bir dünya kurmuştu kendine Hayriye.
Sabah altı buçukta kalktı gene. Namazını kıldı, duasını etti, akşamdan makineye yerleştirdiği bulaşıkları dizdi yerlerine, kahvaltıyı hazırladı, kocasını çağırdı.
Kocası kalktı, alaturka tuvalete gitti. On beş dakika şırıl şırıl su sesleri geldi tuvaletten. Çıkıp önündeki lavaboda on beş dakika ellerini yıkadı.
“İyice yıkadın değil mi Fehmi?”
“Yıkadım yıkadım, geliyorum.”
Kocası suratı asık gelip oturdu masaya. Hayriye bir taraftan çayını dolduruyor bir taraftan da söyleniyordu.
“Ne surat yapıyorsun kirli mi kalsın ortalık. Onca mikrop pislik her yana mı bulaşsın?”
“Hı hı, bulaşmasın tabii”
Kocası peyniri ağzına tıkıştırdı, ekmeği çiğnemeden yuttu, çayını içti, hiç konuşmadı. Kahvaltısı bitince tabağını, çatalını, bardağını alıp musluğun altında önce sudan geçirdi sonra köpükledi sonra duruladı ve bulaşık makinesine koydu.
“Salla da iyice süzülsün de suyu makinaya girmesin. Bir daha yıkamanın ne anlamı kalır sonra?”
“Tamam, öyle yaptım.”
Derince bir soluk alıp salona geçti. Kitaplıktan bir kitap aldı. Salon aydınlık ve ferahtı. Pembeyi sevmese de odayı aydınlık kattığı kesindi ama burada oturmadı, oturamadı. Evin arka tarafındaki on metrekarelik odaya bir köşe koltuk koyup oturma odası yapmışlardı çocukları olmayınca. Oraya geçti, zaten başka da ihtimali yoktu.
“Annenler 'akşam misafir gelecek, siz de gelin' dedi, ben gelmem Fehmi bilesin. Misafiri, o pasaklı kadın var ya karşıdaki, onunla kocasıymış. Yok, ben gelmem vallahi, hiç çekemem o pisliği kara kara.”
“Tamam.”
Kocası kitaba dalmak istiyordu. Elindeki kitabın adı da türü de anlattığı da önemli değildi. Başka bir dünyanın varlığını okumaya ihtiyacı vardı, iyi ya da kötü.
Holde, makinada yıkanabilir ince halılar vardı. Yatak odası ve oturma odasında ise o da yoktu. Ayağını katladı koltuğa doğru, ayağı üşümüştü tabandan. Çorap bile yetersizdi kış günü. Terlik yoktu. Terlik o evde hiç yoktu. Sadece tuvalette bir tane. O da günde 10 kez dakikalarca yıkanıyordu. Kitaptaki cümleye takıldı gözleri:
“Hakkınız olduğunu düşündüğünüz şeyde ısrar etmiyorsanız o şey hakkınız değildir.”
Kafasını kaldırıp hiç düşünmeden cümleler döküldü ağzından.
“Hayriye, lütfen artık bir tane terlik alabilir miyim? Ayağım üşüyor diyorum, yeter! Yerler sert, halılar sert soğuk, lütfen diyorum artık!”
“Ay kaç kez dedim 'hayır' diye. Üç yıldır bıkmadın mı sen? Terliğin pisliği ile uğraşamam.”
Bir anda elindeki kitabı yana fırlatıp kalktı. Hızlıca mutfağa geçti. Kadın masayı toplamış fırını siliyordu üçüncü kez. Omuzlarından tutup çevirdi kendine hiddetle.
“Bana bak yeter artık! Normal bir şey istemiyorsan şu pofuduk olanlardan alalım. Her akşam at makineye yıka bu kadarı fazla, yeter.”
Hayriye gözlerini dikti kocasının gözlerine bir kaç saniye kala kaldı. Sonra çömeldi yere ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
“Hayriye ne oluyor, neden böyle yapıyorsun? Bütün terlikler o terlik değil anla artık. O terlik yok. O evde kaldı, annen ise öldü. Kimse sana tuvalet terliğiyle vurmayacak. Yıllardır bunca şeye rağmen bir kez el kaldırdın mı sana? Kötü bir söz ettim mi? Lütfen bunu kendine de bana da yapma, unut o terliği.”
Hayriye kalktı yıllardır vücudunun her köşesine değmiş o kara terliği unutmasının imkânsızlığı ile kocasının çaresizliğini gördü bir kez daha. Ama artık kaçış yoktu.
“Ben pazardan alırım kırk üç numara, bulabilirsem pembe ama.”
HAVA YILDIRIM
Gülkız Turan Yazıevi, 2022




Yorumlar