Sabah namazıyla kalktı gene Tahire. Fistanını giydi, evinin kapısındaki çeşmede soğuk suyla abdestini aldı. Üşüdü, hızlıca girip namazını kıldı. Çay suyunu koydu, o arada yarım cüz Kur’an'ını okudu. Gözlerinin bulanıklaştığını fark etti, “Sadakallahü-l azim” dedi, kapağını kapadı. Öptü, alnına götürdükten sonra ördüğü kılıfın içine koydu, duvardaki çiviye astı.
Çayı annesi demlemişti. Sofraya da çökeleği, yağı bardakları koymuştu.
“Ana şu yeni yaptığın peynirden çıkarsaydın mı az?”
“Olmaz kızım bir bidonu anca dolduruyorum. Baban gelince dolu görsün, demesin hep yemişler bir şey biriktirmemişler diye.”
“He doğru diyorsun ana, az kaymak koyaydın bari.”
“Eh koy hadi sen, ben yemeyecem, iki kaşık yeter.”
Tahire kalkıp kaymağı koyacak iken annesinin hevessizliğini fark edip vazgeçti. Kaymağı biriktirip yağ yapacaklardı.
“Ana bardakları çalkalayım da ineklere gideyim. Sen de ipi orağı hazırla çıkarız hemen. Vakitlice gidek ki kuşluğa dönek. Çayır çok sıcak oluyor öğlen vakti.”
Konuşurken anasına bakmadan kalkıp bardakları çalkalamaya başladı bile ahşap teknede. Zaten yıkanacak iki bardak iki çataldan başka şey yoktu. Yıkadı hemen, kenara koydu. Beyaz pullu yazmasını yaşmak yaptı, evden çıktı. Çiçekli entarisinin önünü, belindeki kuşağa sıkıştırdı, ahıra girdi. İki inekleri vardı kısa sürdü sağması. Ağaç dallarından yaptıkları çalı süpürgesiyle ahırın dibini süpürdü. Otluğa gitti, ot getirdi, koydu önlerine.
“Yine sizin kısmetiniz bizden bol vallahi, biz size yedireceğiz ki siz de bize… Yeyin hayde, dünyanın kanununu bu ya…”
Otları ineklerin önüne koyarken kendi kendine mi konuşuyordu ineklerle mi, şaştı kendine. İnce dudaklarını sağa yaslayıp tebessüm etti. Ahırın küçük camındaki gölgeyi fark etti, ürktü. Geçen seferki gibi o geldi diye ahırdan fırladı, anası kapıdaydı. "Oh," sesi duyulmasa da ağzından çıktı.
“Tahire sen git şimdi, Hocagillerin Hacer doğuruyormuş, beni çağırdılar. Olur da yetişemez gelmezsem kuşluğa dönersin.”
“Olur” dedi Tahire. Çayırlar tek başına gitmediği yer değildi. Oduna ormana bile gitmişliği vardı bir başına. Babası gurbette olmadığı zamanlar “Bir yerde iki kişi oyalanmak olmaz, biriniz bir işi yapın biriniz bir işi ki çabuk iş tutasınız,” der; tek tek yollardı her birini bir yere. Kendisi de kahvenin yolunu tutardı.
Tahire babasının bu iş kolikliğine de titizliğine de cimriliğine de alışmıştı aslında. Nasıl alışmasın tam otuz iki yıldır birlikteydi onunla. Yaşıtları çoktan evlenip çoluk çocuğa karışmıştı. Tahire’yi de bir deli topaldan başka isteyen çıkmamıştı. “Yarım akıllıya verecek kızım yok,” dedi kesti attı babası. Tahire de zaten varmazdı. Sonra bir iki isteyecek olanlar çıksa da babasının huyu yüzünden delikanlılar vazgeçti. Tahire de vazgeçti artık beklemekten. Bu yaştan sonra zaten köy yerinde onu alacak kimsecikler yoktu deli topaldan başka.
“Kaçma kız, alacam seni”
“Git hayde başka kapıya, benden sana yar olmaz domuz!”
“Bende ne varmış, bak tarlalarım var, hepsi senin…”
“De git, yeme şu güğümü kafana!”
Tahire’nin geçen ayki olanlar aklına gelince elini kalbine götürdü, hızlı hızlı solumaya başladı. “Allah’ın topalı, domuz!” diye içine içine söylenerek hışımla ipiyle orağını aldı, düştü yola. Köy evlerini geçince patika yokuşlara doğru tırmandı. Çayır köye hayli ıraktı. Güneş sabah sıcağını sunmaya, kelebekler uçmaya ve ağustos böcekleri ötmeye başlamıştı.
Yerine vardığında köy evleri görünmez oldu. Yorulmuştu, oturdu. Orağını çıkardı, bile taşıyla -bir sağ bir sol- ustaca biledi. Çayır kenarından akan arkın suyundan iki üç yudum içti, biçmeye başladı.
Biçmeyi severdi Tahire. Kendine küçük küçük yerler belirler, orayı bitirince başarmanın hazzıyla yeni hedef koyardı. Böylece işi hem daha zevkli hâle gelir hem kolay biterdi. İlk hedefini bitirdi. Şimdi karşıdaki ağaçtan alttaki taşa kadar olan alanı biçecekti. Önce oturdu, bir daha biledi orağını. Güneş tepeye doğru iyice yaklaşmış, sıcağı Tahire’nin yazmasının içine doluşmuştu. Alnındaki teri sildi. Boğazını aralayıp yazmasının iki ucunu başının gerisine itti.
“Yağmur yağacak belli, bu kadar kızdırması boşa değil. Otları yağmura vermesek bari. Gelmeseydim keşke!”
Pişmanlığına rağmen oturduğu yerden eğilip tekrar biçmeye başladı. Otları kestikçe kuruması için intizamla yanına seriyordu. İki üç orak sonra çıtırtı sesi geldi. Anasının işi bitmiş gelmiş olmalıydı.
“Kız mı oldu oğlan mı? Aman oğlan olsun bu dünyada oğlan olmak varmış.”
“Kız ana, oğlan mı kız mı desene?”
Otların üzerinden haşır haşur sürtünme sesi geldi. “Ana hep ezdin otları,” dedi geri döndü. Kara, kirli, dişleri sarı, saçları dökük, göbekli, topal deli sırıtarak geliyordu.
Tahire elindeki orağı ile olduğu yerden geriye doğru hareketlendi. Topal, kemerini çözüyor tuhaf sesler çıkarıyordu. Kelebekler yoktu ama ağustos böcekleri ötmeye devam ediyordu.
Hava KANTAR YILDIRIM
20 Nisan 2024
ความคิดเห็น