Fatoş şehrin en cafcaflı caddesinde yürüyor, ara sıra durup vitrindeki elbiseleri
inceliyordu. Muzaffer Giyim’in devasa vitrininin önüne gelince yün eşarplı, bir sağ ayağının bir sol ayağının üstünde bekleyen kadının yanında durdu, gözlüğünü röfleli saçlarının üzerine kaldırdı.
“Kızım neredesin sen bir saattir? Dondum, dikilmekten bacaklarımın dermanı kesildi,” deyince annesi, Fatoş gözlerini devirdi.
“Yandaki kafeye otursaydın ya!” Annesi duymazdan geldi, yeniden başladı konuşmaya.
“Şu haline bak! Zemheri zürefası gibi giyinmişsin yine.”
“Güzellik onsa dokuzu dondur anneciğim. Sefam olsun! Çekemeyenler çatlasın,” derken vücudu omuzlarından bacaklarına kadar sallanıyordu Fatoş’un.
“Neyse, neyse. Şu kâğıtları imzala da bankaya gideyim. Şu borç belasından da bir kurtulsaydım. Kızım evini ipotek ettiğimi Osman duymadan borcumu kesin öderim. Sen merak etme!”
Fatoş çantasından çıkardığı altın rengi tükenmez kalemle annesinin gösterdiği sayfaları imzaladı.
“Sıkma canını anne. Dünyada ne dertler var.” Annesi özenle ipotek kâğıtlarını
çantasına yerleştirirken gözünün ucuyla Fatoş’u süzüyordu.
“Kız, sen yine alışverişe mi geldin yoksa?”
“Tabii ki de yapmayacağım anne, abartma. Taksit ödeyip gideceğim hemen.”
Vitrin duvarlarını kaplayan, renkleri parlatan, ışıl ışıl elbiseleri kat kat çoğaltan
aynaya bakarak sürmesinin, kırmızı rujunun akan, taşan kenarlarını işaret parmağının kenarıyla sildi. Hafif yukarı sıvanmış deri eteğini çekiştirerek dizlerine kadar uzattı. Birden vitrindeki saks mavisi kadife cekete gözü takıldı kaldı.
“İyi, iyi aman kızım kendine mukayyet ol. Oyalanma buralarda. Banka kapanmadan gideyim ben. Hadi selametle,” deyip elini başının üzerinde bir iki sallayarak uzaklaştı.
Annesi kafenin yanındaki sokağa saparken Fatoş kadife cekete gözünü kırpmadan bakıyordu hâlâ.
Üç saat sonra Fatoş, evinin önünde kurdele saplı karton çantalarla indi taksiden. İki eli de dolu olduğundan yüksek topuklu ayakkabısının ucuyla kapısını örttü. Taksiden inmeden parmağına geçirdiği anahtarla apartmana girdi. Asansörün düğmesine basarken kaşlarını kaldırdı.
“Bugün ayın onu,” dedi kendi kendine. Arkasını dönüp posta kutusuna gitti. Anahtarlığındaki minik anahtarla kutuyu açtı. Pembe zarfı aldı, kokladı. Çantasına koyabilmek için sağ elindeki poşetleri yere bıraktı. Yanakları pembeleşti, gülümsedi.
Alışveriş çantalarını bırakmadan evinin kapısını açmak pek kolay olmadı. Kapının girişinde Osman’ın ayakkabılarını görünce duraksadı birkaç saniye. Kafasını salona doğru uzatıp seslendi.
“Osman, sen mi geldin?” İçeriden cevap olarak bir hırıltı geldi. “Şansa bak. Daha iki saati vardı ya gelmesine! Yok, bu adam hayatta erken gelmezdi, kesin bir şey oldu.”
Ayakkabılarını aceleyle çıkardı, elindeki her şeyi oracığa bırakıp salona koştu.
Osman başını elleri arasına almış, yere bakarak oturuyordu koltukta. Fatoş
gözlerini iri iri açtı, Osman’ın yanına yaklaşıp omzunu okşadı. Yere diz çöküp kocasının yüzünü görmeye çalıştı. Osman’ın ellerini tutmayı denedi. Kocasının yüzünü ellerinin arasına aldı, kendine doğru kaldırmaya çalıştı. Osman, Fatoş’un yüzüne bakmamak için direnerek kızarmış gözlerini kapattı.
“Eyvah!” dedi Fatoş içinden, “Kocam, Muzaffer Giyim’deki borçlarımı mı öğrendi yoksa? Yandım ben yandım. Bugün dükkânda Muzaffer’i göremediydim zaten. Dışarıdaymış demek. Demek Osman’ı görmüş. Tamam. Borcum da Osman’ın maaşının tam üç buçuk katı. Ne deyim ki şimdi? Yenileri bari saklayım hemen.”
“Osman, aşkım, Muzaffer abiyi mi gördün sen?” Osman yüzünü buruşturarak baktı Fatoş’un gözlerine. Dudağını yana çekerek “Ne alaka!” der gibi başını salladı. Fatoş derin bir nefes aldı.
“Tövbeee, tövbe! Seyit Lütfullah’ın türbesine gidip Çeşmingar taşına mum dikeyim, lokum, püskevit dağıtayım, borcum bitmeden de bir daha alışveriş yaparsam şart olsun, iki gözüm önüme aksın, sevdiklerimin ölüsünü öpeyim. Akıllanmazsın kızım sen! Yok, yook, bu sefer tutarım yeminimi,” düşüncelerini başını da sallayarak onaylıyordu bir yandan.
“Ne oldu, söyle canım, hadi,” dedi kocasının kıvırcık saçlarını okşarken. Fatoş’un gönlüne az bir ferahlık gelmişti ki birden kalbi hızlandı. Asım’ın gönderdiği mektupları mı bulmuştu yoksa! Yo, mektup alınmamıştı. Kapalıydı zarf.
“Keşke alır almaz yaksaydım, hiç biriktirmeseydim mektupları. Aptal kafam, iki kötü mani için evliliğinden mi olacaksın şimdi? Tamam, mahallede en güzel kız ben değildim de en akıllısı bendim güya. Aptalsın sen aptal!”
Bir yandan yavaş adımlarla yatak odasına gitti. Arkasına baktı. Komodinin en alt çekmecesini iyice açtı, başını eğerek altındaki karanlık boşluğa baktı, mektup destesi oradaydı hala, mektupları tutan kurdele kendi bağladığı gibi duruyordu. Çekmeceyi usulca kaparken derin bir nefes aldı.
“Ay, Osman bir görse! Adam çöpsüz üzüm de namusuna pek düşkün. Neyse, şeytan kulağına kurşun…” Ceviz komodinin üzerinde yığılı bir haftadır ütülenmeyi bekleyen çamaşırları elinin tersiyle iterek üç kere vurdu. “Osman yarın işe gitsin, bunları hallederim ben. Daha sokmam evime tövbe. Saçmalık. Zaten saçmalık. Adam evi bile üstüme yaptı. Ben ne yapıyorum? Ay, Osman bir görse! İki satır yazmayı beceremeyen Asım'ın sağdan soldan bulup yazdığı manileri ne diye saklıyorsun, kafasız? O kadar seviyorsa gelip isteseydi, uyuz keçinin peşinde dolanana kadar.”
Kocasından yana bakmadan mutfağa geçip dolaptaki soğuk limonatayı şişesiyle dikti tepesine. "Oh! Dünya varmış." Şişeyi alnına ve boynuna tuttu.
Buzdolabının kapağını kapatırken içine bir kürek kor attılar Fatoş’un. yoksa ipoteği mi öğrendi? Hızlı adımlarla salona girip bir elini yangın yerine dönmüş alnına koyarken ağlar gibi konuşmaya başladı.
“Osman, gözünü seveyim söyle ne olduğunu. Öldüreceksin beni!”
“Of! Arabama çarpmışlar şantiyenin önünde. Arka taraf pert oldu.”
Fatoş masadaki kolonyayı ellerine döküp yüzüne sürüyor, bir yandan da kocasının başından döküyordu.
“Oh! Nazar çıkmış, ne sıkıyorsun canını. Cana geleceğine mala gelsin. Dünyada ne dertler var?”
ELİF DİRİCAN
Comments