Kim bilir kaç saat geçmişti, bilgisayar başına oturalı? Sekme üzerine sekme açıyor, her sekmeye ayrı bir kelime yazıyordu: deride döküntü, ellerde kırmızı lekeler, kolda kabarcıklar… Okuduğu açıklamalar yetirince ikna edici olmayınca bu sefer kalkıyor ayna karşısına geçiyor.
Aynaya yapışacak kadar yaklaşıyor; parmakları ile alnından başlayarak derisini gerdiriyor; yüzünü geriyor, boynuna bakıyor tekrar bilgisayar başına gidiyor. Bu arada tezgahta duran bardaklar, rast gele konulmuş tabaklar gözüne ilişiyor. Dolabın kapağı da yağ olmuş, sileyim derken, amaaan iş bitmez, önce sağlık diyerek olmasına ihtimal verdiği bir hastalığı seçiyor, başlıyor okumaya. Bu sefer diğer belirtilerin varlığını kontrol etmek için kendini yokluyor. Elini alnına götürüyor, ateş yok ama emin olamıyor. Ateş ölçerle ölçüyor hem alından hem bilekten. Ona da çok güvenmese de ateşi olmadığına ikna oluyor.
Bu sefer nabzını yokluyor, izlediği videolardan öğrendiği gibi. Kalp atışlarını sayıyor. Onların da normal olduğuna kanaat getirince diğer belirtilere geçiyor. Belirtilerden biri de kulak çınlaması olur; işaret parmağını sol kulağına götürüyor, kulağını yokluyor. Çaydanlıktan çıkan buharı görünce rahatlıyor. Kahve için koyduğu suyun kaynama sesi olduğunu anlıyor. Kahve dolabına uzanıyor, sonra bitki çayı içeyim daha sağlıklı. Ondan da vazgeçerek ocağı kapatıp yerine oturuyor. Ya bitkinin bir yan etkisi varsa, durduk yerde ağırlaştırmayalım belirtileri.
Soluğunu sayıyor, tansiyonunu ölçüyor. Bir türlü iyi olduğuna ikna olmuyor. İyi olsa elinde böyle lekelenmeler olur mu? Egzama olsa kurur, kaşınır; eklem yerlerinde olur ama sadece ellerinde. Yoksa başka yerlerinde vardı da görmemiş miydi? Tekrar aynanın karşısına geçiyor, eklem yerlerine bakıyor. Yoktu işte, sadece ellerindeydi lekeler.
Yediği bir şey mi dokunmuştu acaba? Ne yemişti ki farklı? Düşündü, düşündü, bulamadı. Ayağa kalktı, ellerini öne uzattı, bir sağa bir sola çevirdi. Ellerindeki leke sayısını saydı, çapını ölçtü. Gömleğinin birkaç düğmesini açarak bedenini kontrol etti. Derin bir ohhh! çekti, bedeni lekesizdi.
Bu sefer de karaciğerinden şüphe etmeye başladı. Karaciğerle ilgili olan sekmeyi açtı, okumaya başladı. Kendini tamir eden organ olması ne büyük lütuftu. Yorulduğunu deri reaksiyonları ile haber verir, önlem alınmazsa yaşamsal tehlikeye sebep olur. Aman Allah’ım! Yoksa karaciğerim mi iflas etti, oysa kolesterolüm iyiydi, enzimlerim de normal. Doktor öyle demişti.
Karaciğerinin hasta olması düşüncesi bile kaç gün ömrü kaldığını hesaplamaya başlaması için yetmişti. Gözünü ekrandan kaçırdı, mutfak perdelerini bile yıkamadım daha dolapları ve duvarları da silemedim. Raf örtülerini değiştireceğim. Halı da çok kirlenmiş yıkamak lazım. Cenazeye gelenler ne derdi sonra? 'Tövbe tövbe" diyerek diğer sekmeye geçti.
Şeker hastalarının da vücudunda lekeler olurmuş. Gizli şeker mi vardı? Ağzı yapış yapış olmuştu. Bu aralar tuvalete de çok sık gidiyordu. Biraz acıkınca elleri de titriyor, bayılacak gibi oluyor.
Her şeyi biliyordu da şu Google, bir benim hastalığıma teşhis koyamadı. Okudukları kafasını karıştırmış, lekelerin sebebini bulamaması canını sıkmıştı. Bilgisayarın başından kalkarak, elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. Aynada tekrar yüzüne, boynuna dikkatlice baktı. Bir şey yoktu. Ellerini yıkadı ve lekelerin artık olmadığını fark etti. Kendini hasta olduğuna o kadar şartlandırmıştı ki nar temizledikten sonra ellerini iyi yıkamadığını aklına bile getirmemişti.
Comments