ADADA KALANLAR
Fitnat Hanım, duyduğu pencere tıkırtısıyla başını okuduğu kitaptan kaldırdı. Pencereye bakıp “Eee, aşk olsun yine mi geldin? Daha bir sayfa bile okuyamadım, yeni gitmiştin İhsan Bey!” diye söylenerek oturduğu koltuktan zorlanarak kalktı. "Günden güne hareketlerim ağırlaşıyor." Pencereyi açtı.
“Acıkmış olamazsın İhsan Bey, daha yeni yedin. Ne istiyorsun bakalım, susadın mı?”
İhsan Bey pencere pervazında bir sağa, bir sola doğru yürüdü, tam ortada durdu. Fitnat Hanım'ın yüzüne bakıp, ayaklarını altına alıp bir güzel oturdu.
“Kahveni getireyim mi İhsan Bey? Ahh, İhsan Bey ahh! Yemeğini yedikten sonra bir ayağını altına alıp koltuğa öyle otururdun. Kahveni höpürdete höpürdete içerdin.”
Fitnat Hanım derin bir iç çekerek koltuğuna oturdu, cam açıktı İhsan Bey oturduğu yerden ona bakıyordu.
“Güvercini yavruyken alıp eğiteceksin, büyükse sana itaat etmez,” diye söze başlardı İhsan Bey, eve misafir geldiğinde sohbet ederken.
“Güvercini kümese dönmeye teşvik edeceksin. Kümesi temiz olacak, konforlu olacak ve iyi besleyeceksin.”
Artık ezbere bildiği bu konuşmada sıra kanatların kesilmesi faslına gelince, İhsan Bey “Bu işlem çok ustalık ister,” diye konuşmaya devam ederken Fitnat Hanım'ın göğsü daralırdı. Kahve ya da çay yapma bahanesiyle kendini mutfağa atardı.
Her zaman tertemiz ve düzenli olan mutfağı, evi konforluydu, iyi besleniyordu. Kanatlarımı bu adada kalayım diye aslında, rahmetli annemle babam kesti. Okumak istedim, sadece okumak.
“Hayır, ne okuması! Söz verdim İhsan Bey'e, evleneceksin, işte o kadar!” diye kestirip atmıştı babası. Ne kadar ağlasa da fayda etmemiş, annesi de babasının yanında yer alınca İhsan Bey'le evlenivermişti.
İhsan Bey iyiydi, anlayışlıydı. Fitnat Hanım'ı da eğitti, güvercinleri gibi. Çoktan kabullendiği gerçeği buydu. Okumayı sevdiğini bildiğinden kitaplar getirirdi, romanlar, öykü kitapları, en çok da şiir kitapları.
Akşamları tek ayağını altına alıp kahvesini içerken “Ee, Fitnat Hanım, bugün hangi şiiri okuyacaksın?” der ve dinlerdi. Bazı akşamlar, genelde bir kadeh içtiğinde, udunu eline alır tıngırdatırdı.
Hastalığının son aşamalarında, hep aynı şiiri okumasını istedi Fitnat Hanım'dan.
“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.
Bu son fasıldır, ey ömrüm nasıl geçersen geç.”(1)
“Ahh, İhsan Bey ahh!” diye içlenen Fitnat Hanım pencereye baktı, güvercin gitmişti.
İlk karısı öldükten sonra yalnız kalmıştı İhsan Bey, çocuk da yoktu. Güvercin eğitmeye başlamıştı, işten çıkıp eve geldiğinde oyalanmak için, yalnızlığını unutmak için. Üç yıl oyalanmıştı ve sonra yeniden evlenmeye karar vermişti. Hacı Mustafa’nın kızı Fitnat, küçüktü kendinden ama pek güzeldi. Kısmetmiş, evlendiler.
Fitnat Hanım, ürkek bir güvercin gibiydi. Önceleri mecbur kalmadıkça konuşmadı, küskündü. Hayali İhsan Bey'le yaşadığı hayat değildi. Ona hep “İhsan Bey” dedi. Yavaş yavaş açıldılar birbirlerine. İhsan Bey kitaplar getirdi hep. Fitnat Hanım bir çırpıda okurdu. Sonraları birlikte gider oldular, kendi seçer oldu kitaplarını. Kızları doğdu.
“Adını ben koyabilir miyim İhsan Bey? Hürriyet olsun, olur mu?” O an anladı İhsan Bey, ne yaparsa yapsın, Fitnat Hanım hep tutsak hissedecekti kendini. İhsan Bey'in sessizce ve içi burularak anladığı bu oldu.
Yıllar geçti; Hürriyet, hür oldu ve adadan gitti. Hürriyet’in ardından bakıp “Adada kalanların güce ihtiyacı yok, nereye gidersen git zaten adanın içindesin İhsan Bey.”
Belki de kızından ayrılmanın üzüntüsüyle içinden geçeni ilk kez söyleyiverdi İhsan Bey.
“Gerçekten öyle mi Fitnat Hanım, nereye gidersen git aslında her yer bir ada.”
Fitnat Hanım, gözlerinde ilk kez beliren bir sevecenlikle “Sen de mi uçamadın İhsan Bey?" diye sordu hayretle.
İhsan Bey şaşakaldı bu soruya. Fitnat Hanım, İhsan Bey'in aslında kendi kanatlarını kestiğini şimdi anlıyordu. Bunca yıl sadece kendi kanatlarının kesildiğini sanmıştı. Zaman akıp giderken, İhsan Bey sona yaklaşırken, hep gökleri izleyen gözleri toprağa bakmaya başlamışken İhsan Bey ve Fitnat Hanım ilk kez anladılar birbirlerinin yalnızlığını, yalnızlıklarını.
ADAYA GELEN
Hürriyet, elinde telefon kalakaldı. Mesude teyzesinin sesi çok uzaklardan geliyordu. “Hürriyet, evladım, maalesef anneciğin...” Sadece “Geliyorum” diyebildi, telefonu kapattı.
Boğazına bir yumruk oturmuştu. Hava almak için pencereyi açtı. Gökyüzüne baktı. Uçan kuşları izledi bir süre. Ne tuhaf, kuşlar özgürlüğü çağrıştırır, bende tutsaklığı. Aklıma gelenlere bak, sırası mı şimdi? Annen ölmüş, sen nelerin derdindesin? Bavulunu toplamalıydı, adaya doğru yola çıkmalıydı.
Çocukluğu İhsan Bey, Fitnat Hanım seslenişleri arasında geçti. Aşılması zor bir mesafe vardı bu seslenişlerde. Her şeyi ama her şeyi unutacağını sanmıştı. Annesinin sesini unutamamıştı.
“Yolda neler olacağını bilemiyor ki insan, istediğin başka, olan başka” derdi annesi. Ne kadar geç anlamıştı yol derken hayat demek istediğini. Adadan ayrılırken ardına baktığında, ilk kez babasının gözünde yaş görmüştü. Annesi sevinçliydi.
Adadan ayrıldığı vapurla geri dönüyordu. Yol aynıydı, ya yolcu? Adadan, sınırlayan çemberden kaçmak için bir kapı olmuştu üniversiteyi kazanmak.
“Hayatımı genişleyen halkalar içre yaşarım ben”(2) dizeleri süzüldü içinden. İyice anneme benzedim. Gülümsedi belli belirsiz. Son dizeleri de düştü aklına az önceki şiirin.
“Doğan mıyım ben, fırtına mı, bilmem henüz. Yoksa büyük bir şarkı mıyım nedir?”(3)
Annesinin sesi çalındı kulağına “Yolda neler olacağını bilemiyor ki insan. İstediğin başka olan başka.”
Hürriyet vapurdan indi, adaya ayak bastı.
Nilgün ONARICI
Yahya Kemal Beyatlı, Rindlerin Akşamı
Rainer Maria Rilke, Hayatımı Genişleyen
Rainer Maria Rilke, Hayatımı Genişleyen
Comments