top of page

Dünya Küçük

ree

  “Hayır abla, öyle olmadı. Bir dinler misin?” dedi, almak için iki ay sıra beklediği yeni arabasının kapısını açarken.

Telefonu yutacak kadar ağzına soktuğu için Hale’nin sesi boğuk ve anlaşılmazdı. “Bu yaptığın sana yakışıyor mu? Hesap ödememek için yapmış olamazsın, değil mi?”

Akif, elindeki kartı hazneye soktu. Otomobil ekranında "Hazırım" yazısı belirdi.

“Hayır, tabii ki öyle bir şey değil! Tamam, ilk buluşmada hesabı erkeğin ödemesi gerektiği fikrine tilt oluyorum ama bu olay hesapla ilgili değil.”

Telefonu  yerleştirip yola çıktı. Artık Hale’nin sesi tüm aracın içinde yankılanıyordu.

“Önce şu telefonu kendinden biraz uzaklaştır ve bağırmayı kes! Beni dinleyeceksen anlatacağım, yoksa kapatıyorum.” dedi, ilk kırmızı ışığa vardığında. 

Bu ışığı hiç sevmezdi. Tam bir dakika bekletir, bir seferde yeşile dönmesi neredeyse imkansızdı. Özellikle hastanenin vardiya değişim saatlerinde beş dakika beklettiği bile olurdu. Bekleyemez, tez canlı hâli nedeniyle kalp damar servisinde ona "Akif" yerine "Aktif" derlerdi.

Hale ses tonunu düzeltti.

“Şunu da söyleyeyim, sonra seni dinleyeceğim. Sebebi ne olursa olsun, hiçbir kıza ilk buluşmada böyle bir şey yapamazsın. Kimse bunu hak etmez. Rezil oldum Ercan Hoca’ya.”

Önündeki otomobil aralıklı olarak fren yapıyor, karşı şeritten geçen kamyonun korna sesi uzaktan duyuluyordu.

“Bak şimdi, senin hocan dedikoducunun biriymiş. Bursa’da yaşanan olayı yememiş içmemiş, Kayseri’deki sana anlatmış.”

“Hayır be, anladığın gibi değil. Senin çıktığın kız Gülce. Sana Gülce’yi öneren arkadaşın Ethem. Benim hocam bir mekânda onlarla karşılaşmış. Sohbet arasında ‘En kötü buluşmanız neydi?’ diye konuşulmuş. 

Gülce senin adını vermiş. Ercan Hoca da, ‘Ben onun ablasını okuttum ama Akif’i de tanırım, öyle hesabı ödemeden birini restoranda bırakıp gidecek kişi değildir,’ demiş. Ertesi sabah ‘Dünya küçük’ diye kahkaha atarak beni aradı.”

“Sana, Gülce’nin bunu planladığına yemin derim ama ispatlayamam,” dedi Akif. Bu sırada Ankara’dan yine Bursa’ya doğru yola çıkıyordu.

“Şimdi beni dinleyeceksen anlatacağım. Senden bana hak vermeni istemiyorum ama Gülce’nin hâlâ hiç ders çıkarmadığını duymak canımı sıktı. Bu arada hiç pişman değilim. Yine olsa yine yaparım.”

“Allah seni bildiği gibi yapsın! Hadi anlat bakalım, sen ne diyeceksin?”


“Baştan başlıyorum. Ankara’dan Bursa’ya yürüyüşe geliyordum. Müsaitsen görüşelim diye sınıf arkadaşım Ethem’i aradım. O da bana, kendisinin müsait olmadığını ama akşam yemeğinde yalnız kalmamı istemediğini söyledi. ‘Gülce diye bir arkadaşım var, sizi çoktandır birbirinize yakıştırıyorum,’ dedi. Ben de ‘Allah verdi iki göz,’ dedim. Neyse, benim numaramı ona, onun numarasını bana attı. Konuştuk. Muhabbet iyi gitti. ‘Akşama seni yemeğe çıkarayım,’ dedim. Konum atıp ‘Gelme,’ dedi. 

Dikiz aynasından arkasındaki araçlara göz gezdirdi.

“Yarın müsait olur musun? dedim. ‘Bilmem,’ diye yanıtladı. Kızın beni tanımak istemediğini düşündüm. Yürüyüş grubuna katılır, sonra hamam ve sauna yapar, akşam geri dönerim diye planladım.”

“Anlamışsın işte, tutarsız biriymiş,” dedi Hale.

“Dur, dur, kesme. Öğleden sonra bir restoran konumu attı, bir de saat. Ama tonu hiç nazik değildi, ‘Gelirsen gel’ gibiydi. Restorana baktım, epey pahalı bir yerdi. Hem gıcık oldum hem de Ethem bana kimi yakıştırmış, merak ettim. Neyse, pencere kenarında iki sandalyeli bir masaya oturdum. Beklemeye başladım, iç sesim ‘Ekildin’ dedi, sonra ‘Beş dakika daha bekle, kalk.’ dedi ama ben yarım saat orada kaldım.

 “Yok artık,” diye çınladı Hale’nin sesi.

“Bekle bekle, Gülce’nin en kötü buluşması olabilirim ama o benim en unutulmaz buluşmam oldu.”

Polatlı’ya yaklaşmaya başlamıştı. Yol bitmeden şu muhabbet bitse de Özlem’e konsantre olabilsem, diye geçirdi içinden.

“Neyse... İçeriye üstenci bir bakışla girdi. Ayağa kalktım, karşılamak için elimi uzattım. Ölü balık gibi verdi elini. Ceketini vestiyere uzatırken garsona, keskin bir tonla, gelirken bir sandalye getirmesini istedi.”

“Sakın söyleme... Başka birini daha mı davet etmiş?”

“Yok, keşke öyle olsaydı. Çantasını koymak için istemiş. ‘Su görünce bozulur çantam,’ gibi bir şaka yaptı.”

“Ben de gerilince şaka yaparım, biliyorsun. 

“Allah için, kız çok kaliteli görünüyordu ama bir gün önceki gelgitli hâli hiç bitmedi. Ya telefonuna bakarak ortamdan koptu ya da nefessiz konuştu. Bursa’nın pahalı ama lezzetsiz mekânları, beğenilmeyen tatiller ve insanların görgüsüzlüğüne dem vurdu. Ben sanki komedi dizisi izliyor gibi oldum. O sahnede sadece Gülce vardı; onun tercihlerinden başka kimseye yer kalmamıştı.”

Kendimi çok değersiz hissettim. Zamanımı çaldığı için nefret ettiğim kırmızı ışık var ya hastanenin oradaki... Gözümde belirdi birden. 59-58-57 diye geri sayıyordu. 30 saniye kala ‘Tuvalete gitmeliyim’ dedim. 10. saniyede otoparktaydım. 3-2-1... caddeye çıktım. Kimseyi görecek hâlim kalmadığı için Ankara’ya doğru yola koyuldum. Yolun ortasında bir yerde hesap ödemediğimi fark ettim. Hepsi bu.”

Klimanın ayarını düşürdü, aracın içi serinledi.

Hale kahkahayı bastı.

“Boş ver şimdi sen, Dünya küçük… Ben Gülce’nin şu anki sevgilisini çok iyi tanıyorum. Buna ne diyorsun?”

“Aman abla lütfen bu konuyu kurcalama Özlem duyarsa beni perişan eder."

“Özlem kim? Kent Hastanesi’ndeki o meşhur göz doktoru Özlem mi?”

“Abla sen Bursa değil de Kayseri de yaşadığına emin misin?” dedi, güldü.

Hülya HİÇYILMAZ



Yorumlar


bottom of page