Anahtar sesinin ardından “Benden habersiz parti varmış burada,” diyen Belkıs’ın sesi duyuldu.
AVM den geç çıksa da annesine uğrar, evine öyle giderdi. Televizyon açık, karşılıklı uyuklar bulduğunda ağrısız olduklarına sevinir, usulca kapıyı çekiverirdi.
Bu akşam babası koltuğunda, avurtları çökmüş, teni solmuş, boş gözlerle televizyona bakıyordu. İrkilen Mehmet Bey parmağını dudağına götürdü “Şşişt, annen uyuyor,” dedi.
“Haberin olmuş işte. Çayı koy sonra uyandıralım anneni.” Ayağa kalktı, "Aldığına kızdım ama bak giydim," der gibi pijamasını düzeltti. İri kulaklarının altından boynuna sarkan gıdısı, yaka lastiğinin üzerine taşmıştı.
“Damat gibi olmuşsun, çok yakışmış pijaman,” diyerek buzdolabına doğru yürüdü.
“Pastayı çıkar koy tabaklara.”
“Elimdekileri koyayım da... Kaymak, sucuk aldım.” Kardeşinin gönderdiği sıvı takviyelerden, belki yer diye yapılan yemeklerden aldıklarını koyacak yer bulamadı.
“Kaymağa, sucuğa ne gerek vardı kızım?"
“Memleket tadı belki iştahını açar. Pasta servisini, mumu üfleyin sonra yapayım.” Pasta kutusuyla geçti mutfağa.
Başını uzatarak "Benimkilere bakayım, uyumamışlarsa onları da çağıralım çaya.”
Çay yeni demlenmişti ki saçlarını taramış, mavi pullu bluzunu giymiş Müzeyyen Hanım yanlarına geldi. İçeri giren torununa, eliyle “Gel,” dedi. Emir anneannesinin kollarına kedi gibi kıvrıldı.
Torununu göğsüne bastırarak “Hoş geldin kaçak,” dedi.
Damadına döndü “Yorulmuşsundur oğlum uyusaydın ya!”
“Anne bizsiz pasta yiyeceksiniz diye gözüme uyku girmedi. Kaç pastane gezdik bilsen vişneli pasta bulacağız diye.”
“İstediğin pasta olsun.”
Kocaman öpücük kondurduktan sonra Emir’i saldı. Dedesinin hakkı kalmasın diye Emir kaymak denen gıdısını uzattı. Dedesi "Oh!“ diyerek öptü.
Belkıs sehpaları dağıttı.
Pastanın mumunu yaktı, boğazındaki düğümü yuttu. Ne söylenir bilemedi. Eski günlerden Samanyolu şarkısı geldi aklına.
“Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek,” diye mırıldanarak pastayı taşıdı.
Hep bir ağızdan “Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek,” diye devam ettiler.
Mehmet bey “Ruhum senin, kalbim senin, ömrüm senin. Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin,” başını Müzeyyen hanıma çevirdi, eşinin gözlerini aradı.
“Uuu”, “Waaw" alkış sesleri içinde mumu üflediler.
Ayağa kalkmadan birbirlerine sarılarak, öpüştü elli yıldır eskimeyen evliler.
Kaan “Açayım mı şarkıyı, dans edelim?" dedi. Belkıs’ın rengini görünce pişman oldu söylediğine, kendini role fazla kaptırdığını fark etti.
Babası “Yok oğlum yok açma, bizi kaldırırsınız şimdi,” derken Belkıs attı kendini mutfağa.
Ellerini suya tuttu, titremesi kesilmedi. Kaan’a seslendi, “Çaylar hazır, sen servis yapar mısın? Ben pastayı keseyim.” Islak elleriyle yanaklarını patakladı.
Annesine seslendi “Hani kendine beyaz elbise dikecektin, saçımıza manolya takarak fotoğrafçıya gidecektik?”
Annesi “Kolum kalkmadı ki kızım!” derken Mehmet Bey lafa girdi.
“Ben ona, 'Elbise alayım, bilezik alayım' dedim. Razı olmadı.”
“Aslansın babam...”
Vişne yemek için çıktığı ağaçtan, Mehmet Bey'i görünce Müzeyyen Hanım'ın yere nasıl düştüğünü son kez dinlediler, güldüler.
Yiyip-içip, Allah sizi ayırmasın dualarıyla evlerine döndüler.
Belkıs, Emir’i yatırdı. O kadar güzel sabrettiği için kendine şaşırdı.
Kaan'ın “İyi misin?” sorusunu, “Sen yat, banyo yapmak istiyorum,” diye yanıtladı.
Son kutlamaydı diye düşündükçe duşun altında bağıra bağıra ağladı. Yetmedi, salonda yüzünü bastırdığı yastığa, çığlık attı.
O sabah onkoloji hemşiresi “Kızın yok bugün, damadınla mı geldin?” dedi.
Mehmet Bey duymadı.
“İyi misin Mehmet amca?” diye sordu hemşire serumun gittiğini kontrol ederken.
“İyiyim kızım, şimdi kapatırım gözümü eşkıya kovalamaya başlarım. Otuz yedi yıl görev yaptım, otuz yıldır emekliyim, erlerim terhis oldu, ben olamadım. O zamanlar ölümden korkardım,” derken kızı gibi gördüğü hemşireye buruk gülümsedi.
Elinin üstündeki damar yanmaya, avucu ısınmaya başladı. Kumaş mendiliyle alnında biriken teri, sıfıra vurdurduğu başını sildi. Kırlangıçların cıvıltısını duydu, heyecanlandı. "Benimkiler mi yoksa bunlar?"
İki gün önce kazandığı zaferini hatırladı yüzü ışıldadı.
Hemşire fark etti "İlacın mutluluğu fazla mı kaçmış Mehmet amca?”
“Haddimi aşma fazla kaçıyor galiba, hiç yapmadığım şeyleri yapıyorum kızım.”
“Ne istiyorlar senden?”
“Apartman yöneticisiyim. Müzeyyen de komşulara uymuş karşıma dikildiler. Kırlangıçlar girişi kirletiyormuş, yuvayı bozaymışım. Yuva yıkanın, yuvası bozulur. Gerekirse her gün süpürürüm diyerek hepsini kovdum.” Hemşire ile gülüştüler, gözlerini yeniden kapadı.
"Belkıs 'Bu kış zor geçecek ama kırlangıçların gene gelecek,' diyeli yıllar geçmiş gibi. Öyle böyle geçti günler. Elli yaşımdan yetmişime kadar, iki gün gibi geçti, vay beee.
Ben gidince teselli olsunlar diye gelip gidiyorum. Yoksa çoktan 'Benden bu kadar,' derdim."
Hemşire damar yolunu çekti, steril bandı taktı.
“İki hafta sonra kısmetse görüşürüz kızım,” dedi.
Kısmet olmadı.
Ölüm izni biten Belkıs, AVM güvenliğini selamlayarak kapıdan girerken, mağazaların babalar günü için süslendiğini gördü.
Gerisin geri çıktı. Kırlangıç çığlıklarını dinledi.
“Korkmayın gerekirse ben de süpürürüm,” dedi.
Hülya HİÇYILMAZ
Commenti