Cama kafasını dayadı Asude, içerisi karanlıktı. Kendi elleriyle gerdiği perdeler şimdi ona ne olup bittiğini göstermiyor ha! Kendim ettim, kendim buldum dercesine başını iki yana salladı. Derin bir iç çekti.
"Bahar pilavı mı yapsam şöyle bezelyeli, yeşil soğanlı, mis gibi. Pazara uğramalı..."
İçinde bişeyler kıpırdandı gibi oldu. Başını camdan çekti.
"Densize bak! Bir de gelmiyor dükkâna!"
İçinden geçen söylenmeler bitmeyince pazardan vazgeçip evin yokuşuna sardı.
"Bir fincan kahve içeriz hem ahretimle, fal da bakar bana... Ah Ya Rabbim, içimde bir ses var diyeceğim ama bir sürü ses duyuluyor, kendi sesimi bulayım, yardım et!! Bugün Salı mı? Yoksa Cuma mı? Salıysa pazara gidip enginar, bezelye almalı. Tazeciktir şimdi..."
Vezirler Çıkmazı'nın başındaki, yarısı mavi badanalı yarısı özünü yalanlarcasına mozaik kaplı, güzelliği nerden baktığına göre değişen evi geçti. Tek tük arabalar başlamıştı şimdi gitmeye. Hafız, Boyacı Hüsnü erkenciydiler evvel ezel. Lokantacı Kamil de açmıştı erkenden dükkanı.
Cemiyet olmalıydı bugün. Soğan kokusu duydu acı acı. Yanında da dereotu vardı galiba.
"Nasıl da ağır, nasıl da söyleyişli bir yemek olacak bu," diye içinden geçirirken midesi kalktı. Köşeye varıp ikiye katlandı. Ağzını tuttu. Gözlerini kapatıp, bekledi. Yutkundu.
"Dün akşamdan beri açım ya, ah, ah!! Gece de gözüme uyku girmedi zaten. 'Nafakayı öde,' diyecem işte hepsi bu! Ne geleyim yoksa sabah sabah kapısına."
O da öyleydi ya ondan gitmişti Asude de sabahın köründe dükkâna.
"Belki açmıştır ha? Tam da ben ayrılınca gelip, anahtarı kilide sokup çık diye açıvermiştir kilidi. Belki de beni gördü! Baktı dayamışım kafamı cama gitmemi bekledi. Sanki meraklıyım görmeye. Hay Allah senin boyunu posunu!!..."
Sokak henüz alabildiğine evle dolmamıştı. Yer yer boş arsalar mavi mine çiçekleri, tohumlarını etrafa saçmaya hazırlanan irileşmiş karahindibalar, beyazlı pembeli tombul papatyalar, bir öğünlük yemek kurtarcısı ebegümeci, kızılbacak, tilkişenle doluydu.
Ayrıklar da vardı içlerinde. Yemyeşil, yararsız ama fettanca başkaldırmış diğerlerinin arasında yer çalmak için biti bitivermişlerdi. Yarısı ev yarısı yalnızlık dolu sokağın sonundaki rahmetli babasından kalan kızlık evine geldi. Üç katlı aile apartmanının artık aileden olmayanlardan mütevellit hâli her evin balkonundan taşarken ikinci kattaki evine çıkmadan Fidan’a sessizce seslendi.
"Ahretim, huuu!" birkaç kez seslenince Fidan camda belirdi. Asude’nin bir eli fincan tutar gibi yapıp iki eliyle hayali falı kapatmasıyla Fidan, camı açmadan tamam işaretini yaptı.
Salondaki biri üçlü biri tekli koltuğu cam güzeli Emel Hanım vermişti kızı boşanınca.
"O mendebura mı bırakıcaktım? Aldım elinden!" diyerek annesinin bodrumuna koymuş.
"Sana kısmetmiş kızım. Ayşe benim gibi birine ver anne. Benim de tuzum olsun kime verirsen artık onun da yeni hayatında," demişti.
Asude şöyle bir etrafa baktı. Ali neşeyle babasına sarılmış annesini de bir eliyle çekiştirirken donakalmıştı geçmiş zamanda. Sevdi oğlunu, öptü. Birkaç parça okul kıyafetini, kendi üst başını deterjanlı suya bastı.
"Fidan gidince yıkayıp asıveririm, rüzgâr da var, kurutur.»
"Bak, bak tam şurda!! Nasıl da birbirine dolanmış adeta yiyişiyorlar. İçin biraz kabaracak. Sanki bir şey var böyle seni sıkan, kalbini buran. Ama bunlar değil. Onlar uzakta kalmış. Bir yol gideceksin kısacık. Bir kadın var, böyle masa başında tıkır tıkır. Onun etrafı aydınlık, sana da iyi gelecek. Sonrası ferah gibi. Oh, Allah affetsin, günlük günahıma girdim çok şükür!"
"Ah Fidan, iki sabahtır nafakayı yatırsın diye söylemeye gidiyorum o mendebura. Ama dükkân kapalı. Açmıyor. Ev benim çok şükür. Kimim kimsem yok. Artık bu devirde kimsemin olmadığına sevinir oldum. Elimden alırlar, dımdızlak kalıveririm sonra. Ama işte parasız da nereye kadar. Hem ben ev işinden başka ne iş bilirim? Temizliğe mi gitsem acaba? Mahmure gidiyormuş. Ali, babasını özledi. Gece rüyasında sayıkladı yavrum. Dün gece hiç uyumadım!"
"Ahretim bak benden duymuş olma ama orda burda seninkinin hikâyesi dolanıyor milletin dilinde. Seni bırakıp gittiği kadını da terk etmiş senin hovarda. Faldaki de yenisi herhalde."
Asudenin gözleri karardı. Boş midesi iki kez döndü. Gözlerini fal taşı gibi açınca Fidan:
"Anacım kadına bişey oluyor! Dur su vereyim; al, al canım ahretim. Vallaha kötülük olsun diye demedim. Yazıyormuş kadının biri, böyle mendebur hikâyeleri. Seninkini de dolamış diline. Dergide basılmış. Fikri diyor, Asude diyor, Pekşan diyor, ortada kalan çocuklar diyor. Maşallah herkesi de demiş! Beni de bir ara diline dolamıştı 'Kadın kadının kurdu değil yurdudur,' diye bir söylence tutturdular da vakti zamanında, bastım gittim yanına. Elini dilini çek benden, sen kimsin diye üstüne yürüdüm. Bir dikleştik birbirimize. Afalladı beni öyle görünce. Sonra anlamadım bana bir ağlama geldi döküldüm her şeyi kadına. Anlattım. O gün bugündür bana bulaşmaz. Yazmaz artık. Diyeceğim takmış kafayı böyle hovardaların hikâyesine. Git konuş istersen ama benim adımı deme.»
Asude yüzüne su çarptı. Deterjan kokusu, soğan kokusu, dereotu kokusu hâlâ etrafında dans ediyordu. Bu böyle olmaz diyip elini karnına götürdü. Mantosunu geçirip, eşarbı yalap şap bağladı. Sinirlenip çıkardı tümden. Attı tekli koltuğa. Fidan'ın dediği dergi, evine üç durak ötedeydi. Cebindeki ekmek parasını otobüs parası yapıp, bindi.
'İsfahan yazılı tabelanın olduğu kapıdan gir. İkinci kat, Kadınca Dergisi' notu bir solukta okudu.
Dergiye girince içinde bir şey üçüncü kez kıpırdandı. Asude "Yazar Hanım'ı göreceğim, dergide hikâyeler yazan" diyerek, dayanacak bir yer aradı. Orta yaşlı sekreter kadın kalın gözlüklerinin ardından gülümsedi.
"Seni bekliyor," diyerek içeri davet etti. Asude şaşırmıştı.
"Geleceğimi biliyor mu?" Kadın, başını evet dercesine salladı. Asude içeri süzüldü.
Elinde kalemi, önünde daktilosu, gözünde gözlükleri, kısa siyah saçlarıyla durgun bir kadın.
"Geldin demek. Hoş geldin. Seni görmek istedim. Beni gör istedim."
"Geldim Yazar Hanım. Madem bekliyordun, zaten biliyorsun hâlimi. Orda burda okumuş komşular. Oğlum da okuyup yazıyor artık. Bir densiz; yavrumun önüne koyar, bak babanı anlatıyor derler, etraf kötü. Demesinler. Oğluma bakarım ben. Kimseye muhtaç etmem. Yazma o hayırsız adamı da beni de. Kimle giderse gitsin. Ama bir iz daha istemem. Bitti o mesele."
Yazar başını salladı.
"Önümüzdeki hafta çıkıcak baskı. Merak etme, yazmam hikayenizi."
Yazar, Asude'nin içinde oynaşan gerçeğin geçtiği satırlara baktı. Eli artık boş kalan karnına gitti.
"Bir çare, sürekli aradığımız bu değil mi?"
Satırları var gücüyle sildi.
Asude otobüs durağına doğru yürürken lokantaların önünden geçti. Yemek kokuları burnuna doluştu. İçi kazındı. Günlerdir bir lokma yiyemediğini, bulantıları, yersiz kıpırdanışları hatırlayıp biraz bekledi. Midesi ilk kez bulanmadı. Kıpırdanışlar da kesilmişti sanki. Seyyar simitçiden simit aldı. Bahar geliyordu, içi ferahladı, gözleri parladı.
"Fidan'a ters gitmiş ama benim kanım ısındı."
Otobüse binmeden Ali ve Fidan'a da birer simit alıp çantasına koydu.
Benan GÜVEN
Комментарии