Halit’in annesinin öldüğünü yengesi arayıp haber verdi. Numarayı görünce açıp açmamakta tereddüt ettim.
Halit’in annesi, evvelki yıla kadar köydeki evinde oturmakta ısrar etmiş, kışın hastalanıp da öksürüğü bir türlü geçmeyince önce bir ay hastanede yatmış, oradan da köye bir buçuk saat mesafede ilçede oturan Nahit’in evine geçmişti.
Gülten’le bayramdan bayrama olan telefon mesajlarımız o ara çoğaldı. Önce hastaneye yatış haberini verdi Gülten. Çocukları anneme emanet edip ilk uçakla apar topar hastaneye koştuk. Kadıncağız beyaz pikenin altında iyice küçülmüş, yatıyordu. Yeni alındığı kat yerlerinden belli pijamasının saklayamadığı serum takılmış ince kollarını hatırlıyorum. Sedef çiçeği gibi cildinde morluklar… Damarı bulmakta zorlanmış olmalılar diye düşünmüştüm. Bardağı bile zor tutuyordu. Ne güçlü kadındı halbuki! Ne becerikliydi!
Halit’in ‘Annemden başkasınınkini yemem’ dediği tava böreği için “Sen de yap kuzum, bakma onun öyle dediğine, ben sana yufkayı açarım, evde tavada çeviriverirsin” demişti. Sonra her sene, her ziyarette, odun kırdı, ateş yaktı, sacda kuruttuğu kat kat yufkaları ince bezlere sarıp aman kırılmasın diye binbir tembihle arabanın bagajına koydu. Pazar kahvaltılarımızda tava böreği, pastaneden aldığımız su böreğinin papucunu dama attı ve yıllarca masanın baş köşesinde yerini aldı.
Gülten’le konuştuktan sonra Halit’in numarasını çevirmeden evvel durakladım. Halit, annesini Nahit’in evine gittiğinden beri görmemişti. Gülten beni aradığına göre demek Nahit böyle bir günde bile kardeşini aramamış. Haber vermek bana düşüyor. Nasıl söylemeli? “Annen maalesef vefat etmiş…” Yok böyle olmaz. “Anneni kaybettik…” Bu daha iyi. Bana bir gün kötü söz etmeyen, oğlundan ayırmayan bu kadına anne diyemediğim için utandım. Hastaneye gittiğimizde Gülten’le ikimizin odada olduğumuz bir ara elimden tutup yeşil yemenisinin çevrelediği sedef yüzünde çaresizlik, artık iyice kısılmış bal rengi gözlerini bir bana, bir Gülten’e çevirmiş “bunlar bir türlü barışmadı, gözüm arkada gidecek” diye sızlanmıştı. Sonra bir nefeste içini döküvemişti: Hep babaları olacak domuzun suçu. Dirlik düzenliğimiz olmadı, hayatı zindan etti hepimize. Nahit ilçeye kaçtı, Halit şehre. Yaşarken bana yaptıkları yetmedi, öldükten sonra bile zararı bitmedi, iki kardeşi birbirine düşürdü. Siz tanımadınız o domuzu, iyi ki de tanımadınız. Ben yapamadım, bari siz ön ayak olun, bu kardeşleri barıştırın yavrum.
Bunca yıl içinde tuttuğu acıyı dillendirdiğinden mi, hatırlayıp söyleyemediklerinden mi, içi yanmış gibi eliyle işaret edip su istemişti. İncecik halsiz parmakları bardağı kavrayamayınca ben içirmiştim. Kuş kadar bir yudum alıp bırakmıştı. Hiçbir şeyden şikâyet ettiğini duymadığım kadıncağızın bir nefeste söyledikleri yüreğime oturdu. Gülten’le mesajlarımız sıklaştı. Aylarca uğra
ştık. Kaç kere bahaneler bulup abi kardeşi bir araya getirmeye çalıştık ama nafile. Biz de vazgeçtik. En son bayramda aradık birbirimizi.
Halit’i aradım. “Annemizi kaybettik Halit, başımız sağolsun,” dedim. Kısa bir sessizlikten sonra “başımız sağolsun” dedi Halit. O akşam evde kucağımda ağladı.
Cenaze hemen kaldırıldı. Ertesi gün ikindide, kayınvalidem domuz kocasının yanına gömüldü. Nahit’le Halit 7 yıl sonra ilk defa yan yana, annelerinin taze toprak kokan mezarının başında durdular. Abisi Halit’e dönüp hemen bu akşam dönmeyin, bize gidelim dedi. Halit sesini çıkarmadan başını salladı. Eltimle birbirimize baktık. Annem de göreydi keşke dedim.
Comments