Ebemkuşağı
- Sibel KARACA
- 52 dakika önce
- 4 dakikada okunur

Keşke şimdi Ülfet annem yanımda olsa, kapıdan başını uzatsa,
“Guzuuuummm, hayırlı sabahlaaa… Günaydınla oluvesin,” dese. Bir bardak limonlu ıhlamurun buğusunu burnumun ucunda sarkaç gibi sallasa. Devam etse.
“Öskürü öskürü bitmediii. Accık içive gari.”
Beni iyileştiren ıhlamur değil, bilmiyor. Sevilmek, önemsenmek... Yumuşacık bir dokunuş olduğunu bilmeden devam ediyor. Babamın teyzesi, babaannemin yadigarı, bir tek onun yanında ben olabildiğim Ülfet anne ile Mustafa amcamın sığınağı, sesimin duyulduğu çatı, ebemkuşağını görebildiğim tek yer. Annemin görüşmemi istemediği, burun kıvırdığı Ülfet annem. Şımarabildiğim, sebepsiz ağlayabildiğim, nefes almadan konuşabildiğim; saçmalama, naz yapma hakkımın olduğu tek yer. Yaz tatillerimin en keyifli anlarının geçtiği , annemin iptidai diyerek beğenmediği , gelmekten imtina ettiği kerpiç evin tarhana ve huzur kokulu odaları. Anlattığın masalların kahramanları ile bahçesinde oynadığım oyunlar. Hayata ebemkuşağı renkleri ile bakan boncuk gözlerinden taşan sevgi… Senin yokluğunda bana yoldaşlık eden anılar…
O vakitler babamdan duymuştum. Anneme “Nereden geldiğini unutma.” diyordu. Borç harç aldığımız yeni evin henüz yapılmayan tozlu, çamurlu yollarına, inşaatı devam eden diğer blokların gürültüsüne, tozuna toprağına annemin bıkıp usanmadan söylendiği zamanlardı.
“Memur maaşıyla bu kadar oluyor. Geldiğin yeri unutma Emine.”
Sonra aynı cümleleri Akın kuracaktı bana. “Nereden geldiğini unutma.”
Parmağımın ucunu kıpırdatamıyorum. Bir dönebilsem, bir dokunabilsem, bir ah diyebilsem de sesimi duysa Akın? Bir yudum su diyebilecek kadar sesim çıkar mı? Bir kuyunun dibinde sıkışmış kalmış gibiyim. Müstahak mı bunlar bana? Kabuslarım canlı, diri.
Beni eve bırakırken henüz asfalt döşenmemiş çamurlu yollarına girmek istemezdin. Arabanın lastikleri, kaportası falan. Batarız, çıkamayız. Beni sokağın başında bırakırdın. Aydınlatması bile olmayan yolda lastikler yerine pabuçlarım bata çıka eve yürürdüm. Sen bana arabanın farları ile ışık tutardın. Ayağımda gitgide ağırlaşan çamurlu ayakkabılarım; elimde yükü hafif, pahası ağır hediyelerim; dikenleri elime batan çiçekler… Binadan içeri girdiğimde annemin meraklı soruları karşılardı beni. Elimdekileri alır, babamı uyandırmamak için hemen diğer odaya geçer, daha benim bile bakmadığım hediyeleri çıkarırdı poşetten. Ben kıymet verilip önemsendiğim için mutluydum, annem üzerlerinde sallanan markaları gördüğü için. Kıymetliydim o zamanlar değil mi Akın? Ertesi gün yeni aldıklarını neden giymediğimi sorgulardın. Beğenip beğenmediğimi merak bile etmezdin. Niye edesin? Öyle bir seçeneğim yok. Gitgide sıkıştırıyor annem. Baban bozuluyor bak, diyor. Babamın bozulduğu falan yok. Adamın beni görecek hali bile yok. Okul da bitiyor. Adını koyalım artık. Koyalım anne koyalım da.
Ağzım iyice kurudu. Dilim damağıma yapışık. Dudaklarım acıyor. Rüyada olsam bu kadar derin hissetmezdim. O zaman üzerime çöken bu ağırlık neden? Hala gün doğmadı. Biraz ışık olsa belki anlayacağım gecenin hangi zaman dilimindeyim. Sağanak yağmurun sesi geliyor. Ebemkuşağı çıkar mı gün doğduğunda? Çıksın.
Ülfet annem. Hayatımın tek renkli dönemi, aynı ebemkuşağı gibi.
“Mısdıva şemsiyeni de alive. Töbo olsun bıktık gari.”
Yağmura söylense de bayılırdı gökyüzünün rengârenk şeridine.
“Haydin bizim gızz, dilek tutcez gari, altından geçcez.”
Fırtına, sağanak yağmur bile önceden haber verir geleceğini. Kara bulutlar kaplar gökyüzünü önce. Kuşlar bağrış çağrış toplanır ağaçların dallarına sığınır. Öncü rüzgâr sert bir şekilde eser, tamam der, döker bulutlar içini. Ben dökemedim, fırtınayı sezemedim, bulutları anlayamadım. Anladım da anlatamadım. Anlattım da anlamadılar.
Filmlerde olur böyle şeyler. Hani saklanılan, kimsenin bilmediği gizli bir yer vardır hep. Hani esas oğlanla esas kız bilir sadece. Ben de sessiz iz kaybımın peşinden gelir belki dedim. Belki yokluğum, varlığımdan daha etkili olur, arar günlerce, gecelerce. Beyhude hayallerin peşinde umudun çırpınışları benimki. Anne babasının istemediğini, onların yüzüme kapattıkları kapıyı Akın mı açacaktı? Böyle mi düşünmüştüm sahiden? Noktayı koyma zamanı geldi, bu iş çok uzadı; virgüller, bağlaçlar anlamsız. Peki nokta, o kenarda dursun. Bitirmek için de yeni bir başlangıç için de.
Bir gece sanki ölüyordum da hayatım son bir kez film şeridi gibi geçiyordu zihnimden. Kaç kere öldüm ben?
“Bana bak, niyeti ciddi di mi ?”
“ Akın…. Biz ne zaman…”
“………”
“ Vallahi kemiklerini kırar baban”
“Akın, biz ne zaman …”
“Eeeeehhh yetti be. Ne evlilik meraklısı çıktın kızım. Bir kere seviştik diye…” Annemin bitmek bilmeyen baskıları, Akın’ın vurdumduymazlıkları arasında kaç kere öldüm, kaç kere dirildim. Bu çocuğu kaçırma, benim gibi sürünmek mi istiyorsun, rahat mı batıyor sana, her şeyi var… Her şeyi yok anne. En azından evlenmek gibi bir düşüncesi yok. Ne demek yok.
Toz yağıyor tepemden. Karanlık da olsa hissediyorum. Oysa konfetiler yağmasını beklerdim başıma, sözüm ona yoluma güller dökülsün isterdim. Kır çiçekleri olacaktı elimde, aynı çiçeklerden bir taç kondurulacaktı saçlarıma. Sen “Evet” derken gür sesinle, ben ayağına basacaktım masanın altından. Bir alkış kopacaktı neşeli gülüşmelere karışan. Bir alkış da bordo defteri elime aldığımda. Aferin bana. Uzun kuyruğuma basacaktın dans ederken. Tökezleyecekken tutacaktın beni. Kavrayacak, düşmeme mani olacaktın. En sevdiğimiz şarkılar çalacaktı, listesini birlikte hazırladığımız. Neydi o?'' Singing in the rain'' Ülfet annem ebemkuşağının renklerinde yukarılarda bir yerlerde bizi seyredecekti ilk dansımızda.
“Duymeyyon mu sen beni? Bene bak bene, aç gözünü.”
Açtım Ülfet anne açtım. Şimdi sadece tüylere çatı olan boş kümes kapısının oyuğundan aldığım anahtarla açtım evin kapısını. Başka hangi kapıyı böyle rahatlıkla açabildim ki zaten ? Keskin bir sessizlik karşıladı beni. Bağrına bastı. Dinledi. Hala solmamış sardunyaların, güllerin. Otlar büyümüş ön bahçede, karışmış akşamsefalarına. Begonviller küsmüş, boyunları eğik tıpkı benim gibi. Anladılar halimden, sorgu sual etmediler. Sen de böyle yapardın.
Yatağım Ülfet annemin kucağı gibi sıcacık kucakladı. Naftalin kokulu odada yitip gittim. Küçük bir çocuğun, yeni yetişmekte olan bir genç kızın izi kalmış burada. Taze kokusu sinmiş, gülüşü sinmiş. Hiç değişmemiş, yitip gitmemiş izlerim var burada benim. Neşem, umudum, hayallerim, heveslerim... Uzun zamandır yolumu gözlüyormuşçasına sarıp sarmalarken beni büyük bir uğultunun içine hapsoldum. Rüyalarımın içinde yuvarlanıp durdum. Ebemkuşağı ile de kandıramazsın.
Senden başka gören duyan yok beni. Bütün bunların kâbus olmadığının farkındayım artık. Uyandım, çoktan beri uyanığım. Beni almaya geldiğinin de farkındayım. Duymayacaklarını bile bile çağrılara neden ses vereyim. Bu moloz yığınından enkaz bedenimi çıkarmalarını istemiyorum. Ruhum seninle ebemkuşağına kavuşmak için havalandı bile.
“ Sesimi duyan var mıııııı ? “
“Yaşam belirtisi tespit ettik, hala nefes alan biri var, çabuk olun.”
“Emin misin? Susun, sessizlikkkkk.”
“Sesimi duyan var mıııı?”




Yorumlar