Anahtarını dresuara bıraktı. Yatak odasına geçip yorganın altına girdi kıyafetleriyle. 29 cevapsız arama yazısına baktı. Biraz için önemli hissetti kendini. Bir an için de olsa biraz için… Annesi “Cevap yazmadın” diyordu. “Nasıl olmuş elbise? Babanla konuştum Keskinpınar’dan ikili kanepe alacağız içerideki odaya. Dedim eski bunlar. Ele karışacağız bak! Gelince düzgün görsünler evi dünürler. Banyo seneye kaldı. Salonu da yenilemek gerek ama çok para şimdi…”. Çıktı mesajlardan. Heidi açtı izledi. “Heidi, karlı dağın zirvesinde sevimli bir kız var adı Heidi. Heidi güneş gibi sıcak”. Gözyaşının aktığı yastık sağ gözünü iyice kapatmıştı. Tek gözle izledi telatabilerin bir bölümünü de. Çağatay üç kez daha aradı. Ortaokulda sürekli küfreden bir kız vardı uzaklaştırma cezası almıştı. Adı neydi onun? Gizem Keskin olmalı. Yazdı, aradı buldu. Psikolog mu olmuş bu da! Sonra yazdı: ÇokçalışanBakımlıanne. Bu hesap işte! Herkese açık. Şaibe’nin gelini. Profil Bilgisi: “Cansu Korkmaz Molla. Duru’s Mom. Kuyuşehir Güzellik Merkezleri Odası Başkan Yardımcısı. Blue’s Güzellik Sizin için. Girişimci Kadın. Sen Yeter ki İste”. Anasını satıyım dedi! Yeter ki iste! Ne kolay de mi? Çağatay 35. aramasını yaptı o sırada. Serkan mesaj attı.
-Abla bir beş bin yollasana.
- Yok Serkan yollayamam, dedi. Yeni yolladım ya! Yok hem yok!
-Sinirlenme be. O kadar parayı tek başına ne yapıyorsun anlamıyorum ki! Nasıl yok abla!
-Elinin körünü yapıyorum Serkan
-Tamam o zaman link atıyım taksitle al abla. Sezonda bu fiyata bulamam.
-Serkan Allah cezanı vermesin. Bu arada iyiyim Serkan valla iyiyim ben de. Teşekkür ederim benim için yapabileceğin bir şey yok!
Telefonu duvara fırlatmak istedi kıyamadı. Yatağın diğer ucuna attı. Serra ile baş başa kalma zamanıydı. Şimdi ya Heidi izleyen o küçük kız olacaktı ya da olgun ve genç bir kadın. Hissine göre iki ya da üç akıl hesabına göre 11 sene önce sınavlardan cinnet getirdiği bir haziran gecesi “Gülme ama bunu dinlemek çok iyi geliyor” demişti. Açmış Heidi dinlemişlerdi bir şahısla. Hem Türkçe hem Almanca. “Aramızda kalsın ama”. “Korkma” demişti karşındaki “Bugün itibariyle gidiyorum. İki yıl daha farazi meselelere kafa patlatmak, sonunda resmi ama alabildiğine de sahte bir kağıt için zaman harcamış olmak istemiyorum. Hem küçükken de marangoz olmak isterdim. Gel diyecektim ama kalacağını biliyorum. Yani artık buralarda hatta ülkede bulunmadığıma göre kimseye anlatamam. Heidi’nin Almanca müziği kulaklarındayken karanlıkta kaybolan o çocukla birlikte hayatının en acı romantik akşamını da geride bırakmıştı Serra. Geri kalan yıllar ezbereydi. Şaibe haklıydı. Ezbere konuşuyor ezbere yaşıyordu insanlar. Ve bu da Serra’dan gelsin ki; küçük güzel zamanların hatırına yaşıyordu aslında hissedenler. Şaibenin deyimiyle fark edenler… Keşke gidebilseydi Şaibe de buradan. Dediği gibi geceyle gündüzün bu kadar farklı olmadığı bir yere.. Rüzgarı ılık esen bir köye… Deniz kokusu vuran bir kıyıya... Ve gerçekten mutlu olsaydı ılık denizlerde. Telefonunu geri aldı. Heidi jenerik Almanca açtı. Tekrar yorganın altına girdi. Arama ve mesaj sesleri ile bölünüyordu şarkı. “Heidi Deine Welt sind die Berge”. “Abla valla sezonda 10 bin olur bu. Taksit yaptır al ne olur!”. “Heidi Heidi Denn hier oben bist du zu Haus”. “Abla valla hâl hatır soracağım bundan sonra kandil özel araması bile yaparım Cuma mesajı bile atarım”. “Dunkle Tannen. Grüne Wiesen im Sonnenschein Heidi Heidi Brauchst du zum Glücklich sein”. “Serra ne olur aç! Bak sana geliyorum, inşallah evdesindir”. “Heidi Heidi”. “Bana mesaj attı şimdi Serra sakın para gönderme şu eşek sıpasına kızım. Amcası kılıklı müsrif. O da böyleydi. Üç dükkanı yedi bitirdi. Bir de üstüne babanı kefil edip battı. Ahh! Ahh! O kefillik olmasaydı şimdi farklı olurdu durumumuz. O kadar kelle koltukta çalıştığı ile o hayırsızın borcunu ödedi ya baban. Neyse sakın gönderme sakın. Şimarmasın bu da. Elbise nasıl olmuş yazmadın!?Ahh anne deseydi bir sussan! Sakince konuşmama izin versen. Benim meselelerim bir gün de olsa benim meselem olarak kalsa. Amcamın soysuzluğuna halamın hadsizliğine dayanmasa. Deseydi halası kılıklı olurdu ya!
Beşinci kez açtığı Heidi jenerik kapı ziline karıştı. Evde yokmuş numarası işe yaramamıştı ki susmuyordu. Heidi’yi kapatmadan kapıya gitti açtı. Kırmızı gözlü bir Çağatay ilk defa görüyordu. Ayakkabılarını hızlıca çıkarıp geçti içeri Çağatay. Serra’yı kolundan çekip salona götürdü. Oturup karşısına aldı. Elleri ve sesi titriyordu. “İnanmadın değil mi Serra? Ne olur inanma? Hem hem neden o Cd boş olsun öyle bir şey olsa?
- “Sen neden bu kadar heyecanlandın Çağatay?”
- “Seni düşündüğüm için sen inanırsın diye korktuğum için.”
- “Tarih de yok onlarda değil mi? Belki de benden önce? Evet iğrenç ama belki bunu o kadar da umursamazdım değil mi?”
- “Ne senden önce ne senden sonra Serra. Öyle bir cd yok. Öyle bir ortama girecek leş değilim!”
- “Ortamı biliyorsun yani?”
- “Beni suçlamayı bırak. Her lafımda açık arama. Ayrıca artık Kuyuşehir- iş adamı yazınca tüm Dünya görebilir.”
- “İnternete mi düştü? Ne zaman nasıl?”
-“Nasılını bilmiyorum yaklaşık bir saat önce. Adnan Molla’nn Cd’si. Milletvekili olacaktı ya. Ondan birileri herhalde... Neyse Serra meselemiz, Adnan Molla değil. İnanıyorsun değil mi? Bana inandığını söyle.”
- “Çağatay bana ağlayarak bakma. Bak bilmiyorum. Aslında bu tek mesele değil belki de. Sana sonsuz inandım diyelim. Bu olay hiç olmadı diyelim. Ama ben aslında … Ben sana hemen evet dememeliydim. Çağatay burası bana göre değil. Buradan korkuyorum. Hem bizim geleceğimiz nasıl olacak?
Çağatay’ın Serra beni bırakma diyen sesi ve boncuk boncuk akan yaşları… Heidi’nin jeneriği… Onu ilk kez böyle aciz görüyordu. Şimdi karşısında ağlayan bu çocuğu nasıl itekleyebilirdi. Vicdanı izin verir miydi?
-“Neden Çağatay. Bana duygusal olarak muhtaç değilsin kendine gel. Sen ki Kuyuşehrimizin genç, zengin ve yakışıklı avukatı! Benim karşımda ağlaman normal mi sence?”
- Senle büyüdüğüm aileden daha normal bir aile kurma hayalini kurdum bir yıl. O hayale seni yerleştirdim yetmez mi?
- Neden beni?
- Bilmiyorum. Bunu mu konuşacağız! Kimyasal çekim, hissiyat ne dersen de!
- Bana öyle çocuk gibi bakma Çağatay! Bu iş bitsin. Aileler tanışmadan bitsin. Annen beni unutturacak birisini iki günde bulur sana!
- Şu an annem bununla uğraşamaz. Kadın neyle uğraşsın? Bütün Kuyuşehir Nebahat hanımın da boynuzlandığını konuşurken…
- Baban da mı?
-Babam da… Babamın günahını benden çıkartmazsan babam da!
- Havasından suyundan mı buranın Çağatay?”
- “Beni bırakma Serra! Bana inan!
- Ben buradan çok korkuyorum Çağatay. Peki sana inanacağım. Bak ağlama lütfen. Ama gel sen de buradan birlikte gidelim ben giderken. Bana bunun sözünü ver.
- Bunun sözün veremem
Konuşmadılar. Karşılıklı ağladılar. İçeri odadaki telefonu Serkan beş kez daha çaldırdı. Annesi bir de siyah takım giyip attı onu mu giyseydi yoksa? Çağatay sessizce kalktı. Kıpkırmızı gözlerini sildi. Kapıya yürüdü. Sessizce uğurladı Serra misafirini. Asansör kapısı kapandı. Serra da tam kapıyı kapatacaktı ki merdivenlerden elinde saklama kapları ile çıkan Doktor Gamze'ye kıpkırmızı gözleriyle yakalandı.
- Savcım nasılsın ?
- İyiyim hocam siz?
- “Ben de iyiyim sizin üst katta doktor bir arkadaş oturuyor. Bu sene atandı. Neyse geçen muhabbeti olmuştu. Benim bir Ayşe abla var ona sarma sardırıyorum diye. Çocuklar da seviyor. O da isterim,dedi. Sardırdım, ben getireyim dedi. Bir de sarma yaptırmışken Kuyuşehir ciğeri de yaptırdım. Bırakıp çıkacağım. Yorgunum zaten nöbet de bende. Kes kes bitmiyor vallahi savcım!” sözüne karıştı tiz kahkahası Gamze’nin. Ruh hastası dediği kadar vardı İrem’in bu kadın. “Eee Kuyuşehir de çalkalanıyor bugün. Bazı haberler yayılmış. Bir korktum benim kayınpeder de ünlü olacak diye. Hahahaa! çatlardı Serpil anne vallahi Allah’tan benim kocama güvenim tam. Doğrarım adamı yoksa biliyor? İki dakikada dalak ciğer ayırırım valla. Boşuna mı okuduk o kadar!” Serra’nın yüzündeki tiksinme ibaresine aldırış etmedi Gamze. “Senle en son Şaibe Molla’yı kestik de mi savcım? Denk gelmedik ne zamandır. Hayırlısıyla bir otopsi sonrası sigara yapalım yakında. Hahahayyy! Bu arada gözün kızarmış. Tahmin ediyorum. Bana sorarsan Çağatay temiz çocuk. Babası gibi değil. Amaa savcım bu şehir insanı yutar. Boğar öldürür ruh hastası yapar. Neyse ben bir kat daha çıkacağım sağlıklı yaşam için merdiven de mi? Haydi hopp!” Ve bir tiz kahkaha daha…
Kapıyı kapattı içeri girdi Serra. Yatağa koştu. Doktor Gamzeye yazdı önce: “Hocam iyi niyetinizi biliyorum ama bir daha imalı konuşmazsanız sevinirim. Ayrıca bu şehirden hatta evliliğinizden rahatça kurtulabilirsiniz. Kendinize yeni güzel bir hayat kuracak mesleğiniz olduğunu da hatırlatır iyi günler dilerim.” Tekrar açtı Heidi’yi. Doktor Gamze, tamamdır ardından da gülücük emojisi yolladı. Serkan “Süründürmesen abla!” yazdı. Annesi “Cevap vermiyorsun sabahtan beri” diye ses kaydı gönderdi. Çağatay “Seni seviyorum.” yazdı. Ve Heidi Peter’le Alplerde koşturup durdu. “Heidi Deine Welt sind die Berge”.Şaibe Teyze’nin günlük fotokopisi de mutfak masasının üzerinde Heidi’yi dinliyordu…
Comentarios