top of page

635

ree

Fırın mantıdan nefret ediyordu. Ona Zeynep’i hatırlatan ve nefret ettiği diğer şeyler gibi. Buz pateni, sarı toka, bahçedeki o köşe, mandalina, No Tears Left to Cry. Okul çıkışı ne zaman onlara gitseler Zeynep’in annesi fırında mantı yapmış olurdu. Haftada en az 2 gün demekti bu. Şikayet etmezdi, yine de şaşırıp gülerdi her mutfağa girişinde. En sevdiği yemeğin yapılmasından neden rahatsız olsun. En sevdiği yemek mantı değildi artık. 

Hep böyle olmaz mı zaten diye düşündü. Bir zamanlar çok sevdiğimiz şeyi artık hiç sevmez oluruz. En sevdiklerimiz işler yolunda gitmezse, hiç sevmediklerimize dönüşür. Mantı ve Zeynep artık onun hiç sevmedikleriydi. Ama bir tarantula, kelebeğe dönüşmez. 

İki yıl önce, yine böyle kendini ve hayatını sorguladığı bir gün izlediği filmde geçiyordu bu. Başroldeki kadın, son derece kendinden emin bir tavırla, doğadaki metamorfoz kanunlarını açıklıyordu ya da o da sadece hayal kırıklığına uğramış sıradan bir insandı. Filmin adını bir türlü hatırlayamıyordu. Gözlerini hafifçe sağa çevirerek baktı. Yok. Orada da yoktu filmin adı. Sinir oldu. Hatırlasana be! Durup dururken tarantulalar, kelebekler… Bunları biliyorsun. Filmin adını da hatırlasana. Filmin adı olmasa da cümlenin kalanı düştü zihnine. Yavru bir tarantulanın kelebeğe dönüşmesini bekleyemezsin. Yeni doğmuş bir tarantula ancak daha büyük bir tarantulaya dönüşür. 

“Kızım, 635 geldi.”

Ne kadar zamandır otobüs durağında bekliyordu? Amcayla durağa ilk geldiğinde kısa bir sohbetleri olmuştu. “Hava bugün ne kadar güneşli. Dikilitaş’a artık buradan da geçiyor, eskiden yoktu 635, şükür. Siz gençsiniz. Zor oluyor zor kızım. Sen de mi Dikilitaş’a gidiyorsun?” 

“Hı hı,” deyip kafasını uzaklara çevirmekle yetindi Ceren. 

O kısacık sohbetten bile amcanın aklında kalmasına hayret etti. Bir "Hı hı" yetmişti sanki. “Bazılarının aklında doğduğum gün bile kalmıyor, yıllardır hayatımda olmaları yetmiyor onlara.” Bugün onun doğum günüydü. Tüm gün kampüste yalnız dolanmış, tek bir arkadaşının yüzünü görmemişti. Hiçbir derse girmemişti. Sanki baştan kutlamayacaklarını sezmiş gibi. Eskiden olsa Zeynep ile kutlarlardı. Erkek arkadaşı da yalnızca alelade bir mesaj atmıştı: “Akşamüstü bana gelsene.”

Birbirlerini çok severek başlamışlardı. Ya da o öyle zannetmişti. “Bir tarantula, kelebeğe dönüşmez.” Yine lanetli gibi aynı cümle beyninde yankılanarak otobüse bindi. Oturacak yer ararken karnı guruldadı. Bugün yeterince zor geçmemiş gibi bir de yemekte mantı çıkmıştı. Bir hışım çorbayı içip kalkmıştı o da. Hamur kokusu midesini bulandırıyordu. “Neyse ki iş çıkış saati.” diye içinden geçirdi. Bu gürültüde kimsenin onun karnının guruldamasıyla ilgilenecek hali yoktu. 

Anahtarı kaplumbağa hızında çevirerek eve girdi. Annesiyle konuşmak istemiyordu canı. Çünkü her gelişinde "Nasılsın?" diye sorar devamını asla dinlemezdi. Parmak uçlarında yürüyerek mutfağa girdi. Dün gece yaptığı sandviçi alıp odasına geçti. Üzerine bir anda müthiş bir rahatlama geldi. "Her şey" dedi, "bugün her şey kötü olsa bile, en azından odamdayım. Kendi dünyamda."

Erkek arkadaşının "Bana gel," mesajını görmemiş gibi davrandı. Ceren’in dünyasına o da alınmamıştı. Belki arasa, özür dilese, hediyelerle kapısına gelse… O zaman gözümde kelebeğe dönüşür mü? Emin olamadı. Bilgisayarı açıp Back to Life’a devam etti. 

Birden annesi odasına girdi: Ceren, gelsene bir ne göstereceğim…

Gözleri parlayarak yatağından fırladı. "Olabilir miydi? Annesi... Beni unutmuş olması mümkün olamaz, bir an aklından çıktı ama hatırladı herhalde."

“Banyo halısını değiştirdim. Mavi buraya daha çok uydu sanki. Nasıl?” 

Dolmuş gözlerinden yaşlar akmasın diye halıyı biraz daha inceler gibi yaptı. Bir tarantula, kelebeğe dönüşmüyordu.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page