Kurtuluş
- Ayşegül Küçük
- 9 saat önce
- 2 dakikada okunur

Ölüm siyahı bir gece… Kafkas dağlarının sarp yamaçlarından bilenip gelen soğuk rüzgarlar kara bir ağıt olup tüm köyün üzerine yayılıyor. Sedeften güzelliğiyle parlayan dolunay bile bu meşum, uğursuz havayı dağıtmaya yetmiyor. Köy karanlık, sessiz, kimsesiz… Savaşan erkekler, yalnız kadınlar. Susuzluktan solan beyaz zambaklar gibi boyunları bükük, pörsüyen umutlarına sarılıp bekliyorlar. Her evin penceresi bir kadının gözleri oluyor, yuvasına tünemiş bir atmaca gibi şafak sökene kadar kuytuları tarıyor. Karanlığın koyulaştığı gecede sürüklenip gelen bulutlar köyün semalarına çörekleniyor. Damla damla uzaktaki felaketi fısıldıyor evlerin kapılarına.
Yağmur çiseledikçe dirhem dirhem hüzün dökülüyor toprağa.
İşte o anda, uzaktaki tepelerin ardından azgın bir güruh belli belirsiz gölgelerle geceyi yararak köye doğru yaklaşmaya başlıyor. Amina görüyor. İnsafsız bir kurt sürüsü. Karnı ancak vahşetle doyan açlar ordusu. Çarın, masum toprakları istila edip insan yağmalayan, sürüngen ruhlu ama ihtişamlı askerleri. Gecenin karanlığından arsızca uzanıp habis, kokuşmuş elleriyle parlak yıldızları göğün koynundan söküp almaya geliyorlar. Amina korkmuyor. İsminin işlendiği gümüş kamayı duvardan alıp kaftanının beline takıyor. Bu gümüş kama onun en kıymetli mücevheri, diğer kadınlar gibi. Bebeğini sıcak beşiğinden kucaklayıp basıyor bağrına. Nasıl koparılır toprağından taze bir papatya? İçinde dualar çırpınıyor. Ömrüne bu gece bir kör düğüm atılacak, Amina seziyor.
Dönülmeyecek gidişlere açılıyor evlerin kapıları birer birer. Suskun tokmaklar kalıyor geride, öksüz eşikler, boş beşikler… Kuytu yollar sessiz ama cesaretli adımlarla doluyor. Atılan her adım asırlık izler olup sürgünün acı mührünü vuruyor toprağa.
Köyün canı çekilmeye başlıyor, kendini terk eden kadınların ve çocukların ardından veriyor son nefesini. Gidenlerin kaçışı ölümden değil. Bu habis ellerin içinde ufalanıp gitmenin yürek yakan sonundan. Onurunun peşine düşen kadınlar tüm gücüyle atlarını mahmuzluyor. Kişnemeler, sıcak nefesler, nal sesleri, anaların kalbini mühürleyen çocuk çığlıkları birbirine karışıyor. Dağlar omuz veriyor Amina’ya, sapa yollar önünde fersah fersah açılıyor. Küçükken oynadığı ormanlar kandiller yakıyor önüne. Dalların yapraklarından çocukluğunu topluyor. Söylediği Kafkas ezgileri çalınıyor kulaklarına, serin derelerin kenarlarından devşirdiği çuha çiçeklerinin yaprakları savrulup atların yelelerine karışıyor.
Amina geriye bakmıyor ama yaklaşan bir felaketi ensesinde hissediyor. Soluk soluğa yaklaşan arsız bir sırtlan gibi. Her nal sesi biraz daha fazla yankılanıyor yükselen dağların soğuk yüzünde. Felek kara bir gonca gibi yaprak yaprak açılıyor Amina’nın sinesinde. Düşman atlarının nefesi öyle yakın ki… O an anlıyor Amina, bu yolda düşmek ya da durmak kızgın ateşlerde dağlanmaktan beterdir. Bazen kaçanlar kovalayanlardan çok daha cesaretlidir. Ardındaki bu ateşi söndürecek serin sular ancak ölümün ellerinden içilir. Ve koşuyor atlar, bebekler ağlıyor, Amina dualar ediyor.
Yolun sonu, geniş araziyi boydan boya yaran derin bir uçurum. Bu derin uçurum, bugün kurtuluş rüzgârlarıyla dolu. Amina atından iniyor, diğerleri de… Fazla vakit yok. Onları ilmek ilmek boğup, zulmün taşkın emellerine hapsedecek zelil sürü hızla yaklaşmakta. Belinden kamasını çıkarıyor Amina. Toprağa keskin bir hamleyle saplayıveriyor. Kamalar birbiri ardına sıralanıyor uçurumun kenarına. Kara gecenin kara atlıları toprağı tırmalayarak yetişiyor peşlerinden. Amina boşluğa arkasını dönüyor, bebeği bağrında. Bir adım atıyor geriye, bırakıyor kendini ecel boşluğuna. İblisin alevler savuran cüssesinden kurtulup uçurumun ferah rüzgârlarına kavuşuyor Amina.
Adı sanı belirsiz askerler toplanıyor uçurumun başında. Bozguna uğramış umutları savruluyor etrafa. Şaşkın, öfkeli, homurdanarak yaklaşıyorlar toprağa saplanmış kamalara. Her bir kamanın üstündeki isim nurlu, yakıcı bir ışık saçıyor ortalığa o anda. Yanıyor herkes, her yer yanıyor uçurumun dışında…