“Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.”
Bu sözleri kaç defa okudum bilmiyorum. Uykuya geçtiğimde bile kafamın içindeki ses de okuyordu. Zeze’nin acıklı öyküsünü kıskandım bir an. Yaramaz olduğundan dayak yiyor Zeze. En azından yaramazlık yapınca görüyorlar. Her zaman süper kahramanlar gibi görünmez olmak iyi değil. Ayağa dolanan biri olmak...
Geçen gece annem bağırıyordu: “Senden nefret ediyorum."
Babam da: "Gideceğim. Bir daha yüzümü görmeyeceksin,” diyordu.
Ben orada yoktum ama her şeyi duydum. Çok korktum. Yatakla dolabın arasına oturdum. Kimse gelmedi yanıma, biliyor musun?
Zeze' nin konuştuğu şeker portakalı ağacı var. Konuşabiliyor.
Dün ben de Zeze gibi yaramazlık yaptım. Hem de gizlenmeden. Salonumuzda, büyük cam dolabın içinde duran babamın fotoğrafını aldım ve yırttım. Sonra parçaları bulsunlar diye ayrı ayrı yerlere sakladım. Saklamadım aslında. Ben bir şeyi saklamak istesem kimse bulamaz, annem bile.
Annem buldu tabii. Babama söyledi mi söylemedi mi bilmiyorum. Yine umursamadılar. Bağırdılar birbirlerine.
Dün gece uyuyor numarası yaptım. Babam girdi odaya. Görmedim ama kapının yanında durduğunu biliyordum. Sonra gitti, hem odamdan hem de evimizden.
Görmedim o günden sonra babamı.
Gelirse fotoğrafını yırttığım için özür dileyeceğim. Kararlıyım bu defa, "Babacığım gitme," diyeceğim.
Annem isterse kızsın. Zeze’yi dövdükleri gibi dövsünler beni de.
Boynuna sarılıp, "Beni yalnız bırakma," diyeceğim.
Ona bu kitaptan öğrendiğim bir sözü söyleyeceğim.
Babacığım “Hiç geçmeyecek belki ama bugünkü gibi de kalmayacak.”
Özlem Durmaz İşlek
Comments