top of page

Zahide


 

Bu eller miydi masallar arasından

Rüyalara uzattığım bu eller miydi?

Arzu dolu, yaşamak dolu,

Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan?

 Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

 

Saçlarından ve tokalarından bellidir bir çocuğun nereye ait olduğu. Ailesinin kimlerden olduğunu bulabilir, evinin hangi mahallede olduğunu kestirebilirsin saçlarına bakarak. Hatta kaç kardeş olduğunu bile tahmin edebilirsin çok zorlarsan.

 

Sen mesela Zahide, seni görünce anladım şu yokuşun ardındaki kenar mahalleden geldiğini. Saçın turuncu diye değil, tenin kızıl diye değil sadece, saçlarının tel tel ayrılışından belliydi ait olduğun evin. O günlerce yıkanmamış saçlara taktığın siyah, sade, belki yüzlerce kez kullanılmış, lastiği yıpranmış  tokandan anladım tek çocuk veya iki çocuklu bir aileden değildin. Dört mü beş mi altı mı bilmem aynı döşekte yattığın kardeşlerin. Ablaların var rengi soluk, koltuk altı sökük önlüğünden belli mesela. Hatta yanıma geldiğinde burnuma gelen keskin kokundan evinin numarasına kadar anlayabilirdim.

 

Zahide  çakmak çakmak gözlerinle “öğretmenim bu bana pis çingene dedi” diye ağladığında benim de o anda doldu gözlerim.

 

Benim de saçlarım ötekilerden ayrı sen gibi Zahide. Benim de tenim farklı diğerlerinden.  Kızıl değil belki ama kapkara. Şimdi kokmuyorum ama sen yaşındayken kokuyordu tenim demek istedim.

 

-Boş ver sen onu yavrum resmini çizmeye devam et sen. Sude’cim, yaptığın hiç doğru değil arkadaşını üzmüşsün. Özür dilemek ister misin?

-Özür dilerim ama ben onunla oturmak istemiyorum.

 

Zahide benim de yanımda oturmak istemediler. Beni de hep şikâyet ettiler. Memleketime hepsininkinden önce güneş doğuyor diye belki. Güneş annemin babamın tenini tarlalarda kavuruyor diye belki de. Bilemiyorum, hiç bilemeyeceğim de. En çok kavgacı oluşumu şikâyet ettiler mesela. Hâlbuki kavgayı ilk onlar başlatıyordu Zahide, beni oyundan atıyorlardı. Bahaneleri de hep vardı. Yoksa da uyduruyorlar işte. Çok çalıştım, okudum da galip çıktım o kavgalardan inatla.

Sen de ben gibisin Zahide. Boşuna kavga etmiyorsun seni ta doğduğunda tokatlayan dünyayla. Tek bir mahalleye sıkıştırılmış her insan ya kavgayla küfürle mücadele eder bu tasayla,  ya da olmadı vur patlasın çal oynasınla işte. Nasıl çekilir ki başka türlü bu adaletsiz dünya.

 

Zahide bütün çocukların elleri aynıdır saçlarının aksine. Tüm çocukların elleri küçücük, yumuşak ve pürüzsüz, seninkisi de öyle.

 

-Ne güzel resim çiziyorsun sen. Rengârenk boyamışsın çiçekleri, çimenleri, dağları, kuşları, güneşi. Ne de güzel akıyor bu dere masmavi.

 

-Şarkıyı daha güzel söylerim öğretmenim, hem çok da güzel oynarım. Hangi şarkıyı söyleyeyim sana?

-Hangisini istersen yavrum

-Şakşuka şakşuka şakşuka şaka da şuka…

 

Dur Zahide dur. Dünyanın derdini, gamını kederini böyle gerdan kıvırarak üzerinden atamazsın. Silkelesen dökemezsin insanların kendi üzerlerinden sana fırlattıkları çamurları.

 

- Zahide dur hele, şakşuka çekti canımız.

-Yoğurtlu mu seversin yoğurtsuz mu öğretmenim? İstersen getirivereyim sana da. Annem çok güzel yapar.

-Yoğurtlu daha çok severim ama okula getirme, ben gelir sizde yerim olmaz mı?

-Olmaz mı öğretmenim, olur tabi. Sen bize mi geleceksiniz?  Ama biz şu yokuşun ardında… Hani şu gecekonduda… Gelmezsin ki, ben getirivereyim size  şakşuka.

 

-Geleceğim tabi ya Zahide, neden gelmeyeyim? Ben de şu karşı mahalledenim. Hani şu sanayinin yanında…

 

Uzun uzun baktın bana Zahide. Sırana geçerken saçlarını savurdun bir oyana bir bu yana. Yumuşacık ellerinle topladın o keçeleşmiş telleri. Bense sarıya boyadığım kafamdan tokayı çözüp uzattım sana. Saçlarım dağıldı, hiç umursamadım.

 

-Zahide saçların çok güzel,  bu pembe toka da öyle, al saçlarını bununla bağla.

 

 

 

                                                                                          HAVA YILDIRIM

 

59 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Düğün

Cep Mendili

bottom of page