
İnsan öldüğünü ne zaman anlar?
Kabre konunca mı? Üzerine kürek kürek toprak atılınca mı?
Ben, sen gelince anladım. Evimize doluşan konu komşunun kimi şaşkın ve meraklı, kimi kederli bakışlarına aldırış etmeden kalabalığı yarıp odaya daldığın, üzerime kapandığın an anladım öldüğümü.
Kalkamadım uzandığım yerden. Kafamı çevirip bakamadım sana. Sen belleğini yitirmiş bir mecnun gibi can vermeye çırpınırken bana, nefesini içime üflerken hiç durmadan, masajlar yaparken çoktan durmuş kalbime, çaresizce izledim seni. Bir şey yapamamanın ezikliği ile izledim. Altında kaldığın dağların ağırlığıyla izledim. Parmak uçlarından saçının her bir teline, lime lime dağılışını izledim...
Dağıldın, çırpınışların sonuç vermeyince bıraktın kendini. Bir külçe gibi yığılıp yanıma, sağanak sağanak yağdın üzerime.
Annemin yan odadan yükselen feryadına anlam verememiştim başta. Yanıma girip çıkanların telaşlı koşuşturmaları, fısır fısır konuşmaları garip gelmişti.
"Alyansını çıkarmalı, şişmeye başlar birazdan parmakları," demişti biri. Öteki ikisi etajere yönelip aseton bulup getirmişti. Tırnaklarımı ovup kırmızı ojelerimi silmeye başlamışlardı tek tek. Renksiz, soluk bir şeye döndürmüşlerdi beni.
Giderek daha mı soluyordum? Soğuyor muydum?
Sanıyordum ki, yatağımda uzanmış yatıyordum sadece. Her zamanki gibi... Son günlerde hep yaptığım gibi… Annemin tıkırtıları geliyordu mutfaktan. Birazdan elinde tepsiyle odaya girecek, zorla üç beş lokma yedirip ardından ilaçları dizecekti önüme. Yüzümü buruştura buruştura yuvarlayacaktım peş peşe o ağu parçalarını.
Annemi bekliyordum. Gelmedi. Tıkırtılar kesildi. Sonra aniden tiz bir çığlık yükseldi. Sabahın buz kırığı aydınlığını yara yara, yırta yırta, gelip çarptı duvarlara o çığlık.
Ses saplanır mı insana? Kanatır mı kanırta kanırta?
Bir ananın feryadı hepsini yaparmış meğer!
Biliyor musun, son zamanlarda çok düşünüyordum bunu? Ölümüm nasıl bir şey olacaktı? Son nefesimi verirken ne hissedecektim? Öldüğümü nasıl anlayacaktım? Hep söylenegeldiği gibi bütün ömrüm, yirmi beş yılım, bir film şeridi gibi geçecek miydi gözlerimin önünden? Pırasa doğrarken düşünürdüm. Oyalanayım diye elime tutuşturulan tığla acemice bir şeyler örmeye çalışırken düşünürdüm. Sonunu getiremediğim kitabın sayfalarına boş boş bakarken… Balkondaki petunyaları sularken… Hep düşünürdüm. Cevabı belirsiz sorularla uyuşurdu beynim.
Birlikte izlediğimiz bir film vardı hani, iki genç sohbet ediyorlardı; biri demişti ki diğerine, ‘Günün yirmi dört saati ölümden korkuyorum. Ve ölmeden önceki, az sonra öleceğini bildiğin o birkaç saniyelik bilinç hâlinden çok korkuyorum.’. Nice sonra fark ettim, öyle bir çakılmış ki bu sözler meğer zihnime, ölmeden önceki, öleceğimi anladığım o birkaç saniyelik bilinç hâlinden korkmaya başladım ben de.
Gün geçtikçe çok, daha çok, daha da çok... Söylemeye çok niyetlendim sana ama yapamadım.
Çekindim. Hastalığımı bile kabullenemeyen sana, nasıl olur da ölümden bahsedebilirdim ki! Hadi itiraf et, günden güne kararan rengim, yuvalarına kaçmış gözlerim seni de korkutuyordu.
Süslenişlerimin boşunalığını görüyordun da yine de susuyordun. İyiymişim gibi yapışların, ah kendini kandırışların!
Müsterih ol sevgilim! Yersizmiş korkularım. Ağrılı sızılı bir gecenin sabahında, işe uğurlamışken yenice seni, yorgun ve perişan uzanmışken anason kokulu yatağıma, yeni bir gün sızarken odama hüzme hüzme perdeler arasından, benim perdem usulca kapanıverdi. Öyle zahmetsiz... Sahnenin gerisine düşüverdim habersiz.
O düşüş değil de, sonraki bilinç hâli daha çok dokundu. Ben ölünce dünya tepetaklak olur sanmıştım biliyor musun? Ne saflık! Ben gittim diye dünya dönmeyi mi bırakacaktı? Güneş doğmayacak, sığırcıklar uçmayacak, bahçedeki incir yemiş vermekten geri mi duracaktı? Heyhat! Her şey yerli yerindeydi işte! Olması gerektiği gibi... Bir tek sen ve annem... İkiniz sadece...
Annemi zar zor ikna edip çıkardılar yanımdan, yan odaya geçirdiler kollarına girip. Fena olurmuş burada, tansiyonu fırlar, kalbi kaldırmazmış. Ah, ne çok biliyor bu komşular! Kımıldatabilseydim şu kaskatı bedenimi, ardından koşardım anneciğimin; tortop olmuş bedenine var gücümle sarılır, gitme diye yalvarırdım.
‘Bir daha alamazsın teyze! Elin varmaz toplamaya. Şimdiden al kızının çeyizini!’ Dantellerle, kanaviçelerle oyalamayın annemi! Sırası mı şimdi çeyiz derdine düşmenin?
Ah bu vazgeçilmişliğin dayanılmaz ağırlığı! Benden sonrasının planları... En çok dokunan bu işte!
Herkes elbirliği etmiş, unutturmaya çalışıyor beni. Memleketten gün aşırı annen arıyor artık. Arkadaşların her akşam lokale çağırıyor. Komşular desen, en münasibinden hayırlı bir kısmet bulma yarışında. Yasımı tutmana bile izin vermiyorlar sevgilim! Bir an evvel silmek istiyorlar beni senden.
Oysaki bilmiyorlar, gündüz bir anafor gibi çekse de dünya içine seni, geceleri hâlâ benimlesin. Kapıdan giriverdiğin anda, şu dört duvar arasında biçaresin. Albümü çıkarıp çıkarıp fotoğraflarımıza bakıyorsun neredeyse her akşam. Koridorun lambalarını açık tutuyorsun benim için. Sırf ben çok seviyordum diye kaymaklı kadayıf yiyemiyorsun. Konsolun üzerinde boy boy parfüm şişeleri, kutu kutu kremler, çekmecelerde incik boncuk, dolapta türlü kıyafet… Elin varmıyor atmaya, boşaltmaya hiçbirini. Özene bezene seçtiğim tablo asılı hâlâ duvarda, hoşlanmadığın hâlde şimdi ona bile kıyamıyorsun.
Zamanla ateşin köze dönecek, biliyorum. Kalbinin sızısı dinecek, bölük pörçük uykuların normalleşecek, olur a bir gün belki yeniden sevdaya düşeceksin. Ama zamanı var sevgilim! Şimdi değil, henüz değil! Kolaycacık yokluğuma alışmana katlanamam.
Daha sık hatırla beni! Hatırla ki gelebileyim yanına. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Sen ellerinde allı morlu karanfillerle mezarıma gelip beni toprak altında hayal ederken, ben aslında yanı başında seni izliyorum. Sen göremediğine yanıyorsun, bense gördüğüm hâlde görülmediğime… Ölüm, gideni ve kalanı acizlikte nasıl da eşitliyor değil mi?
Geçen akşam dalgındın. Öylesine bir hatırlayışın beni sana getirdi yine. O çok sevdiğin köşe koltuğuna kurulup miskin miskin uzandın. Bir iki yudum alıp kahvenden, sehpanın üzerine bıraktın. Soğudu kahven. Kahveni soğutma, demeyi ne çok istedim. Dolandım bir vakit odalarda. Bunu hep yapıyorum, ne var ne yok bakıyorum. Kadınca bir merak... Tabloyu indirmişsin duvardan. Yatağın darmadağın, ortada tek bir yastık, tekini kaldırmışsın. Çelik tencerelerin altı kararmış; kirliler sepetten taşmış; çekmeceler, dolap içleri hep karışmış. Askıda fi tarihinden kalma, kurumuş da kurumuş, kurumaktan katımış çamaşırlar… Söyle sevgilim, neden bunca çektin elini eteğini evden?
Vaktin birinde bir bahse tutuşmuştuk, hatırlar mısın? Aslında bahis değil de, bir tahmin diyelim.
Hastalık teşhisinin konduğu zamanlar mıydı? Bir hastane çıkışı mıydı? Niye hep ölüm geliyor idiyse hatırıma, süre biçmiştim sana. Hayatına birini ne zaman alacaktın, hesabına girişmiştim benden sonrasının. Altı ay, bir yıl, beş yıl? Susmuştun. Susturmaya çalıştıkça beni, sonlandırmaya çalıştıkça bu saçma bahsi, ben şahlanmıştım. Tuhaf kahkahalar savurmuştum ölçüsüzce. Garabet laflar etmiştim en olmazından. Sonra hâlden hâle geçip şaşırtmıştım seni. Arsız gülüşlerim sönerken köpük misali, bu defa sel gibi yaşlar, yaş gibi seller dökmüştüm. Ağlayan sadece gözlerim miydi? Islak ve bitap… Sarmaş dolaş... Bitivermişti bu delilik hâli...
O süre dolmak üzere sevgilim!
Islık çalarak giriyorsun bugünlerde eve. Çehren apaydınlık. Yatağın derli toplu, çamaşırlar katlı.
Annen iyice seyreltti aramaları. Albüm toz tutmaya başladı yerinde. Arkadaşlarının davetine hacet kalmadı, gönüllü gidiyorsun artık, hatta bazen sen ayarlıyorsun buluşmaları. Bir tek komşular, yalnız onlar eremedi muradına. Yakın akrabaları, uzaktakileri, tanıdık tanımadık cümle ahaliyi tarasalar da, hâlâ bulamadılar helal süt emmiş, eli yüzü düzgün birini sana.
Komşularımız iyi insanlar aslında. Siyah rugan pabuçlarını parlatırken her sabah seni izliyorlar gizli gizli. Niyetlerinin kötülüğünden değil, yas evinin normal bir eve dönüşünün izini sürüyorlar kendilerince. Tiril tiril ütülü gömleklerine, sinekkaydı tıraşına, cilalı saçlarına bakıp bakıp seviniyorlar.
Kimi akşamlar bir kâse çorba, bir iki dilim kekle çıkıp geliyorlar kapına. İkramları uzatırken, hâl hatır sormaca arasında adaylardan bir ikisini çıtlatıveriyorlar. Ah bir tanışıversen dedikleri kızla, hele bir de evleniversen, nasıl da gönenecekler! Bir ucundan tutunuyor herkes hayata. Kimi böyle dul bir komşu erkeğini baş göz etmeye adayarak kendini, bunca basit... Kimi büyük büyük planlar yaparak. Herkesin yolu kendine göre, kendince... Geçen bankacı bir kızdan bahsettiler yine. Esmer yüzünde gölgeli bir gülüş, geçiştirdin. Hep yaptığın gibi, kendini açık etmedin. Hayat ağlarını atmış üzerine, çekerken içine seni, niye bu direnç sevgilim?
Sanma ki katlanabilirim bir başkasını beni sevdiğin gibi sevmene. Hani böyle çıkıp çıkıp geliyorum ya yanına, yanında birini görüvereceğim diye ödüm kopuyor aslında. Sen reddederken komşuları bir bir, içime serin serin sular serpiliyor. Ama heyhat! Nereye, ne zamana kadar? Bütün ömrünce yasımı tutacak değilsin ya! Yalnız kalacak değilsin ya! Dinle bak, ne dediler komşular. İyiymiş bu bankacı kız. Gönül kibir bilmezmiş. Atmam hiçbir eşyayı, kullanırım, demiş. Demek ki bahsettiler senden. Bizden...
Senin için de kolay olmayacak yarım kalmış bir sevdanın üzerine yenisini koymak, biliyorum. Bir ömür mukayeseye hazırla kendini! Sürekli kıyaslayacak, yarıştıracaksın ikimizi. Hangimiz hamarat, daha ılımlı, daha akıllı? Hangimiz tutumlu, bakımlı? Hangimizin işi, tahsili, ailesi… Baştan ayağa, dipten doruğa kıyas edeceksin her şeyimizi! Beni hatırlayışların bundan mı ibaret olacak artık sadece?
Annen geldi memleketten. Baştan ayağa donanmış, yeniden kayınvalide olmanın telâşında... Komşuların ağzı kulaklarında, yüzlerinde gecikmiş, gizli bir iftihar... Evimiz en son ben giderken böyle dolup taşmıştı. Benim çıktığım kapıdan şimdi bir başkası girecek. Sendeki izlerim birer birer... Beşer onar... Süratle silinecek. Alnını, enseni soğuk terler basıyor. Elin ayağın birbirine dolanıyor. Hani öyle gönülsüzken başlarda, karar verememişken kolayca, bir garip hâllerdesin şimdi! Sanki ilkmiş gibi...
Mecalim yok sevgilim, daha fazlasını görmeye! Bir daha gelene dek hatırına, bana müsaade!
Serpil YÜZLÜ
Aralık, 2024
Comments