Mektup
- Bahar TEMİZ BÜLBÜL
- 21 Tem
- 4 dakikada okunur

Selam,
Sana nicedir yazmadım, farkındayım. Aslında yine de yazmak niyetim yoktu. Ta ki mutfakta yeşillikleri ayıklarken karşılaştığım ufak salyangoza dek. Rastladığımda ona bir roka yaprağı üzerinde, aheste kımıldıyordu, adeta bir amacı varmışcasına yavaş ama kararlı hareketlerle rokanın sapına doğru ilerliyordu. Öyle ufaktı ki yakın gözlüğümü takmış olmasam mümkün değil görmezdim. Evet, yakın gözlüğüm olmadan yeşillik bile ayıklayamıyorum. Gözlerimin iyi görmesi ile ne kadar gururlandığımı ve senin bunu müstehzi gülüşlerle karşıladığını anımsadım şimdi bir an.
Ufak dediysem yine de bu minik bedendeki minik bir ağızda binlerce dişi varmış bu salyangoz milletinin. Salgıladığı sıvı hem kaygan hem de yapışkan olduğundan en ince jiletin üstünde bile bir zarar görmeden yolculuğunu sürdürebilirmiş. Ne büyük konfor düşünsene, her zeminde hatta tavanda, duvarda; keskin, tırtıklı, dokulu ortamlardan bile hasar almadan geçebiliyorsun. Biz bunu hiç yaşamadık, hasar almamayı. Her geçtiğimiz zeminden, türlü koşullardan, bir sürü durumdan çokça etkilendiğimizi düşünmüyor musun sen de? Acaba salyangozlar bunun onlara bahşedilmiş bir lütuf olduğunun farkında mıdır? Sanmam. Ya biz? Bize bahşedilen lütufların değerini ne kadar anlayabiliyoruz? Hem de dünyadaki en akıllı (!) varlık, yaratılmışların en şereflisi (!) olan biz insan evlatları…
Bu konuda senin fikirlerini de merak ediyorum doğrusu.
Salyangozu roka üzerindeki yolculuğundan ayırıp elime aldım, hadi ona bu mektupta olsun bir isim verelim. Koydum adını, Saly diyeceğim.
Pencereyi açtım, yumuşak zemine bahçeye kavuşturmak için nazik hareketlerle sinekliği araladım, elimden silkelemek suretiyle dışarı attım, yani öyle zannettim. Pencereyi kapadığımda Saly, pervaza yapışmış öylece duruyordu. Kabuğuna bir zarar verdim mi diye merakla incelemeye koyuldum. Gerçi bu durumda onlara bahşedilen bir lütuftan daha bahsetmek gerekiyor. Kabukları çatladığında yada zarar gördüğünde kendileri özel bir sıvı ile kabuklarını tamir edebilme yeteneğine sahiplermiş. Ne muazzam bir güç değil mi? Bizler de bir nebze olsun yapabiliyor muyuzdur bunu?
Eskiden bir büyüğüm şöyle bir söz etmişti: "Evlat, insan dediğin iyi ki tuğladan bir duvar değil. Her darbede, her bir can yangısında bir tuğlan düşse ne kalırdı senden geriye?"
Yani acaba biz de kabuklarımızı tamir edebiliyor muyuz? Ediyorsak ne kadarını, hiç iz kalmamacasına onarmak mümkün mü sence? Sahi, sen denedin mi bunu, denedin de başardın mı ? Evet, ise bizlere de ışık tutmak adına paylaşır mısın deneyimlerini?
Saly’i tekrar elime aldım, evirdim çevirdim hasar tespiti yapmak için. Hasar yok, sevindim. Doğanın o muhteşem estetiği, kabuğun güzelliği handiyse altın oranla büyüyerek logaritmik spiral şeklini almasıyla oluşuyor ve böylece kabuk büyüdükçe formunu bozmadan genişliyormuş. Her kabuk altın oran barındırmasa bile… Bir keresinde en yakın dostumun dediği gibi “Yaratıcı sahiden çok yaratıcı,”. Bu canlı türü yeknesak hayatında başına olağandışı bir hâl gelmedikçe üç-yedi yıl ömür sürüyormuş. Bununla beraber iyi bakım ve yaşam koşulları sağlanırsa bu süre on-on beş yıla kadar uzuyormuş. İşin ilginci ne biliyor musun? Kurak iklimlerde sıcaktan korunmak için üç yıl boyunca uyuyabiliyormuş. Düşünsene hayatta kalabilmek için, ömrünün neredeyse tamamını hadi neyse diyelim yarısını uykuda geçirmeye razı olmak.
Sen az uyurdun, uyku hayattan çalmak gibi gelirdi sana, hâlâ öyle misin? Yoksa artık yoruldun, daha mı çok uyur oldun? Ya da iyice zaman daralıyor fikri ile daha da mı az uykun?
Saly’i incelemelerime devam ederken salyangozların iz bırakmakla ilgili bir davaları olduğunu ve sanki hayat amacı “bir iz bırakmak!” temalı insanlarla ortak bir paydaları olduğunu düşünürdüm hep. İnan sözüme, yokmuş…
Salyangozların öyle bir yaşam amacı falan yokmuş. Ekosistem içindeki varlıkları organik madde döngüsü, besin zincirinin bir parçası olmak, ekosistem dengelerinin yardımcısı olmakmış vazifeleri. “İz bırakmak!”, “Bir davası olmak!” gibi hamasi lafları ve yüce idealleri yok sanırım çoğu canlının. Senin vardı, noldu onlara sahi? İz bırakabildin mi ? Bırakabildinse o izleri takip ederek arkandan gelenler var mı? Varsa nereye ulaşabilirler? Sen de bunları düşünmüş müydün iz bırakma mevzuuna bu kadar adandığında?
Saly’i toprağa güvenle bıraktığımdan emin olmak için dışarı çıkmaya karar verdim. Onu, kendi ellerimle bırakacaktım. Acaba eş, dost, aile, ardında bıraktığı kimse var mıydı ki diye düşünmeden edemedim, dönüp roka demetini yakın gözlüğüm marifetiyle tekrar iyice inceledim. Yoktu, en azından burada benim kontrolüm altındaki bölgede ardında bıraktığı kimse yoktu.
Ben bana düşeni yaptım.
Hiç duymuş muydun salyangozların çift cinsiyetli olduğunu, yani hem dişi hem erkek cinsel organları bulunduğunu, yine de üremek için çiftleşmeleri gerektiğini ve bunu yaparken aşk okları adı verilen küçük kalsiyum iğnelerini birbirlerine sapladıklarını. Yani 'bir nevi aşk acısı,' diyor bunu okuduğum kaynak.
Saly’nin ardında kimseyi bulamadım ya, aşk acısı çekti mi çektirdi mi? O merasimleri yaşadı mı inan malumatım yok.
Ya sen? Çektin mi? 'Çektirdim mi?' diye düşündüğün oluyor mu? Bilmek isterdim.
Saly’ i güvenli bir şekilde yumuşak toprağa bıraktım. Güvenli diyorum ama orada ne kadar süre güvenle yaşayacağından ne kadar süre ekosistemdeki varlığını sürdüreceğinden emin değilim. Ama ben elimden geleni yaptım. Bilirsin ben hep elimden geleni yapmaya teşne biriyim. Hatta zorlar bazen elimden gelemeyeni de yapmaya çalışır haddimi aşar, enginlere sığmam taşarım, di mi ?
Bu kez zorlamadım, onu öylece teslim ettim doğanın kucağına, bende de var bazı ilerlemeler; görmezden gelemeyiz.
Bir süre izledim onu, kendi ritminde ve hızında (ki bu ortalama saniyede 1 mm olabiliyormuş) hiçbir şey olmamış gibi ilerlemeye devam etti. Evet, en gıpta ettiğim canlı örneği (insan dahil hatta en çok insan dahil) durmadığını, durdurmadığını her ne yaşarsa yaşasın bir şekilde yaşam sevincini, hayat iştahını koruyarak devam ettiğini görmek beni içtenlikle gülümsetti.
Sahi, sen de öyle misin? Aynı iştah ve şevkle devam edebiliyor musun ?
Bu soruları tahmin edersin ki cevabını almak üzere sormuyorum, çünkü sana ulaşmayacak hiç okuyamayacağın bir mektubun sorularını nasıl cevaplayasın ki? Di mi ama?
Salyangozların çok karmaşık bir beyin yapısı olmamasına karşın oldukça temel bir merkezi sinir sistemi yapısı varmış. Lakin çok boyutlu duygusal deneyimleri olamazmış. Ne gam?
Savunma ve geri çekilme gibi refleksif ve otomatik tepkiler verseler de “acı” ve “korku” gibi deneyimler yaşayamazlarmış.
Bir ferahlama geldi bana, çok sevindim onların adına, hiçbir canlı acı ve korkudan azade değil gibi hissediyor ya insan. Azade olanlar da varmış bilgisi hem bir rahatlama verdi hem de ne yalan söyleyeyim, az biraz gıpta ettim.
Hülasa, ne bir iz bırakmak ne acı ne korku ne o öyle yüce yaşam amaçları gibi dertleri yokmuş bu salyangoz milletinin. Sadece yaşamak, ölmeden önce olabildiğince yaşamak…
Kal sağlıcakla.
Bahar TEMİZ BÜLBÜL
Comments