Kimonolu Devekuşu
- Abdullah TEMİZKAN

- 13 Ağu
- 3 dakikada okunur

Beşinci kez aynı sayfayı okuyan Şule geriye doğru yaslandı, iki eliyle önüne dökülen saçlarını toparlayıp arkaya attı ve ''Ben ne okudum.'' diye sordu. Camın önündeki masanın üzerinde II. Dünya Savaşı yıllarından kalma askerî bir masa lambasının sarı ışığı solgun yanaklarından ve alnından yansıyor, o da pencerede kendi aksine bakarak bu soruyu tekrar tekrar soruyordu. Son kez tekrar ettiğinde özneyi değiştirdi. “Hey! soluk benizli kız, az önce sen ne okudun?”
Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Arkadaki büyük parka bakan bu pencereden araba sesi falan işitilmiyordu. Hele de akşamları o kadar sessiz oluyordu ki neredeyse yağan karın sesi duyuluyordu. Son zamanlarda izlediği haberler, ülkenin perişan hali ve bir türlü bir araya getiremediği iki yakası canını sıkıyordu. Bu sorunların birçoğunu çözemeyeceğinin farkındaydı. Pandemiyle birlikte evden çalışma yöntemi onu toplumdan ve arkadaş çevresinden tamamen koparmıştı. Korona artığı bir baş ağrısı peydahlanmıştı. Onun da çaresi vardı zaten. Bir iki lokma bir şeyler atıştırıp üstüne bir ağrıkesici yuvarladı mı ondan kurtuluveriyordu. Çalışmadığı ve okumadığı zamanlarda babannesinden aşırdığı kalın şişlerle bir şeyler örüyordu. Birkaç paspas ördükten sonra şimdi de rengarenk bir battaniye örmeye başlamıştı. Ha bir de pandemide filtre kahve zevki edinmişti. Pandeminin hayatından bazı şeyleri alıp götürdüğü gibi yepyeni şeyler de getirdiğini teslim etti. Mentollü bir sigara yaktı, dumanı camdaki soluk yüzlü kadının yüzüne doğru üfledi. Evet, anlat bakalım ne okudun sen?
Ortadoğunun mezbahaya dönmesi, rönesansı, hümanizmi köpürte köpürte ballandıra ballandıra kubaranların artık bir arketip olamayacağını kavrayınca kendisini upanişadlara, devalara ve zen felsefesine vermişti. “Sana söyleyeyim okuduğum kısımdan neredeyse hiçbir şey anlamadım. Anladığım bir şey varsa o da benim bir türlü bu kitabın anlattıklarına odaklanamamam. İki üç satır okuyorum hatta daha fazla okuyorum hatta ve hatta gözlerim okumaya devam ediyor ama ben ikinci satırdan sonra paralel bir evrene geçiş yapıyorum. Tanrıları yok gibi ama aslında var. Var ama kavranamıyor. Nesneler cansız ama ruhları var. Ey! benim çorlu aklım. Ey! benim pozitivist mekteplerde formatlanmış aklım. Neden kavrayamıyorum ama adam zaten en başta kavranamaz demiyor mu?”
Parkın içindeki lambaların loş ışıkları altında karın adeta su kasidesini okur gibi yağması, adeta bir ritim tutturmasına daldı bir süre. Bankların üzerine yığılmış karın üzerine oturmayı hayal etti, sonra çimlerini üzerini bir yorgan gibi kaplayan kar örtüsünün üstüne boylu boyunca uzanmayı düşledi. Boşuna yorma kendini, sen zaten anlayamazsın. “Alsa buz gibi karlar alınımdan bu ateşi” diye mırıldandı. Sigarayı yarıya kadar dolmuş mermer kül tablasının içine öylece bıraktı. Dumanı içinde biraz daha tuttuktan sonra tekrar camdaki soluk benizli kıza doğru üfledi. “Tanrı seni affetsin, bütün kötülüklere inat, sen kalbini her zaman temiz tut! Şimdi gidip bir duş alacağım, kısa bir tütsü yakacağım o bitene kadar da meditasyon. Sonra bir daha okumaya oturacağım bakalım ne olacak? Tütsü bittikten sonra hemen pencereyi açma ihtiyacı hissetti. Japon Kültür günlerinde aldığı atlas kumaştan lacivert kimonusunu giymiş, ayaklarına keten Japon takunyalarını geçirmişti. Saçlarını arkadan at kuyruğu yaparken sanki biraz abartmıştı ama işe yaramıştı. Gözleri bayağı çekilmişti. Salonun tepe lambasını tamamen kapattı.
Küçük kısa ama kararlı adımlarla tekrar masanın başına oturdu. Elleriyle kaygan ipek kumaşın dizlerini kapatan kısmını bir iki kez yokladı.
''İç san şi'' diye üç kez derin nefes alıp verdikten sonra kitabın aynı sayfasını tekrar okumaya başladı. Sayfanın sonuna geldiğinde kafasını kaldırdı. Camdaki soluk yüzlüyle yine göz göze geldiler. Ona bakarak fısıltıyla, “Kalbini temiz tut!” dedi. Sonra derin nefes alıp kitaba doğru eğildi. Gözlerini kapadı. Nefesini içinde tuttu, tuttu. Sayfayı çevirdi. Bu sırada camdaki kızın da ona fısıldadığını düşledi: “Sen kafasını kuma gömmüş kimonolu bir deve kuşusun!” cümlesini nefesini verirken hırıltılı bir şekilde tekrar etti: “Sen kafasını kuma gömmüş kimonolu bir deve kuşusun!”




Yorumlar