Usul usul merdivenleri çıktım. Ağaçlarla çevrili binanın, trene benzeyen pencerelerine bir saniye de olsa gözlerim takılıp kaldı. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Kapılar devasa, merdivenler on kişinin geçeceği kadar genişti.
Merdivenleri çıkmıştım. Kapıda kocaman onkoloji tedavi merkezi ya da ona benzer bir yazı vardı. Gözlerim buğulu, kalbimde bir ağırlık. Kanser tedavi merkezi olduğunu anlıyordum da babamın burada ne işi vardı. “Ameliyat olacak, iyileşecek,” demişlerdi. Kimse kanser dememişti. Üç yataklı odada, üç adam beyaz çarşaflar arasında kaybolup gidiyordu.
O geniş mekân, koridordan gelen kokular yüzünden git gide daralmaya küçük bir oda şeklini almaya başlamıştı bile. Üç yataklı oda, yarını belki de bugünü olmayan insanların odasıydı, onlardan biri de babamdı.
Bembeyaz çarşaflar odayı güzelleştirmemişti, kolonya kokusu ağır ilaç kokularını bastırmamıştı. Ziyaretçi saatinde gelenler mutluluk getirmemişti. Kimse meyve suyu içmiyor, meyve de yemiyordu. Yine de odalardan meyve kokusu geliyordu.
Yataktaydı babam, yaşam alanı orasıydı. Yüzü ekşiyerek gülümsüyordu etrafındakilere. “Kim gelmiş?” der gibi bakıyordu. Göz göze geldik. Gözlerimi kaçıracak yer bulamadım. Ağladığımı görmemeliydi. Yüzüne bakmak istedim. Koşmak, sarılmak, öpmek istedim. Geniş odaya sığamadım. Bu yakınlık beni babamdan uzaklaştırıyor. Ayaklarım beton yığını altında kalmıştı. Kollarım babama değil de duvarlara çarpıyordu. Karşımdaydı ama dokunamıyordum. Gözlerimi kaçıramıyordum. Sıkışıp kalmıştım bir noktaya. Nefes alamıyordum. Tebessüm etmeye çalışıyor, babamı görmenin sevinciyle boynuna atlamak istiyordum. Sanki biri boğazımı kesiyor; ağzımdan, burnumdan hırıl hırıl böğürürcesine sesler geliyordu. Kafamı hafif sağa çevirdiğimde karşımda yatan hastanın da ağladığını gördüm. Bu odadan kaçmam lazımdı. Bu koku, bu ağır koku… Kan, sidik, ilaç kokusu; sessizce gelen ölüm kokusu gibiydi.
Usulca koluma girdi birisi “Hadi, dışarı çıkalım.” Babam ölecek mi? Gözlerinin feri kalmamış. Sönük bakışlarıyla beyaz odaya benziyordu.
Sen ağlama, baban üzülmesin, iyi olacak elbette. Hem yastık istemiş. Yumuşak yastık olsun. “Bunlar başımı acıtıyor,” demiş. “Bugün tuvalete kendi gitmiş. Öyle hızlı yürümüş ki annen yetişememiş arkasından. Seni böyle görürse daha çok üzülür. Ağlama da iyi olsun. Yastık alıp geliyorum. Sen bahçede otur.”
Hastanenin bahçesinde otururken o kocaman ağaçlar, o masmavi gök üzerime gölge gibi düşüyor. Dişlerim birbirine vuruyordu. Güneş ne kadar da soğuktu, bahar gelmişti oysa, papatyalar açmıştı. Babam hastaneye yatmadan önce karpuz bile yemişti. Birileri geliyor, başımı okşuyor, “Ağlama iyi olacak baban.” deyip gidiyorlardı. Kardeşim neredeydi, gelmiş miydi hastaneye, kimdi bu insanlar? Hatırlamıyordum. Babamı görmeliydim. Sarılmalıydım.
Biri yastıkla yanıma geldi. Kırmızı puantiyeli, mini mouselu bir yastık. Babam buna yatmaz ki dedim. Yastığı aldığım gibi koşarak çıktım merdivenleri. Ağlama, ağlama, ağlama. Gözyaşlarımı sildim kapıda, bir çırpıda yanına gittim. Sarılıp yanağını öptüm. “Ah,” dedi. Ayağıma takıldı borular. Yerde içi dolu bir poşet vardı. “Canım acıdı, sondaya bastın,” dedi. Ayağımı usulca çektim. Kolundan karnından kablolar sarkıyordu. “Ağlama, ağlama.” Yanında yatan amca sus der gibi baktı.
Alnından öptüm. Ayakucuna geçip bir kez daha baktım. Elini uzattı. Elini tuttum. Öptüm ellerini. İyice zayıflamıştı. Elini bırakacakken elimi iyice sıktı. Gözlerini gözlerimden hiç ayırmadı. Öyle güzel bakıyordu ki “kızım” der gibi, dünyaya gelmişim de beni ilk kez görüyor gibi. Ellerimiz ayrıldı.
Ziyaret saati bitmişti. Sesler, bitmeyen sesler arasından sıyrılıp kendimi bir karanlığa bırakmıştım. Bir şeyler kopuyordu pıt pıt diye üstelik. Eve gittiğimizde yağmur başladı. Gök yerle birleşmişçesine… Sanki toprağa dokunuyordu gökyüzü. Bahar uçup gitmiş, kış gelmişti. “Hayır olsun,” sesleri yükselirken. O ara uyumuşum, top atsalar duymam. Öyle bir ağırlık, elim kolum kalkmıyor. Babamı hastane odasında bıraktım. Puantiyeli yastığa kan kusmuş. Apar topar ameliyata almışlar. İyileşsin diye değil, acısı hafiflesin diye almışlar. Geçmiş acıları, bir daha hiç uyanmamış.
Özlem Özge KARAMIK
Comments