Kim bilir kaç yıl önce koyu yeşile boyanmış, yer yer kabukları dökülmüş ahşap bir penceresin sen. Önün ayrı, ardın ayrı bir dünya… Yoğurt kabından bozma kutunun içindeki menekşe de olmasa bomboş kalmış denizliğin. Pervazında asılı bir 99’luk tespih, akik taşından.
Oda terkedilmiş gibi… Kirden deseni kaybolmuş, paspas küçüklüğünde bir kilim; ortası çökük 80’li yıllardan kalma bir divan… Köşede üst üste yığılı yıpranmış örgüler, eski bir seccade, bir sepet keçeleşmiş yumak ve kapının yanına ilişmiş bir çift kara lastik 39 numara… Bu kadar…
Anlat desem kelimeler dökülüverecek yağmur taneleri gibi camından aşağıya. Afife’yi tanıtacaksın önce. Ortanca boyundan, hafif kilosundan başlayıp yanağındaki benini al yanaklarını sürmeli gözlerini anlatacaksın uzun uzun. Güzel kadındı, kaderi güzel olaydı diyeceksin.
Afife boyamıştı seni ilk bu renge. Uzun narin parmakları değdikçe sana hayret etmiştin yumuşaklığına, köy kızının ellerinin sert olmayışına. Halbuki Afife geldiğinde daha on beşindeydi, vakit olmamıştı nasırlara. Başlık parası yüklü olunca babası hemencecik vermişti kocaya Afifeyi. İtiraz etmedi o da sevmişti. Yaş farkı önemli değildi hem şehir köyden daha güzeldi.
Kocasını beklerken Afife anlatıyordu her şeyini sana. Bazen begonyaları sularken konuşuyordu seninle, bazen toz alırken. Bazen ise sadece dikiliveriyordu öylece, gözleri senin ardında. Apartman merdivenlerinde oturan kadınları, sokakta oynaşan çocukları, okula giden gençleri seyrediyordu.
İzni pek yoktu dışarı çıkmaya Afifenin, bilmezdi ya buraları başına bir iş gelirdi. Tüm gün ya yemek yapar ya ev süpürür ya el işini örerdi. Türlü türlü yumakları vardı Afife’nin; kazaklar, paspaslar, yastık kılıfları çıkarırdı ilmeklerden. Motiflerin renkleriyle renkleniyordu Afife’nin hayatı sadece. “Hanım dilendi bey beğendi” motifi örerdi en çok da. İsmi garip gelmişti sana. Kadının biri yokluktan konu komşudan istediği farklı farklı iplerle bu örneği örmüştü de beyi de beğenmişti. Hikayesini anlatır “Bakalım benim beyim beğenecek mi?” derdi. Halbuki hiç görmezdi kocası örgülerini. Zaten Afife’yi de görmezdi. O yine de örerdi. Sana da bir perde örmüştü hani bezemişti seni, sen onu daha çok sevmiştin.
Acıyordun aslında Afife’ye… Daha sonraları ise kızmaya başladın kendisini döven kocasına sesi çıkmıyor diye. Ama Afife sebebini söylüyordu sana. Çok yorgundu adam, sıkıntısı tasası çoktu. Hem adam dediğin karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmemeliydi, öyle görmüştü atasından. E sıpa yoksa sopa vardı. Daha ne olacaktı. Afife doğuramamanın cezasını çekecekti, sen izleyecektin.
Afife ile tam kırk üç yıl geçirdin. Yirmi yılında o adam da vardı, sonra o göçtü gitti. Sen sevindin, Afife ağladı. Afife motif ördü, örgü sattı, sokaklara çıktı, parklarda gezdi, arkadaşları da oldu. Sinemaya bile gitti bir keresinde. Geldi hep sana anlattı. En yakın dostu yoldaşı sendin. Son beş yılında bir şey oldu Afife’ye sanki delirdi, komşular erken bunama dedi sen bilmedin...
Şimdi ise tıpkı senin renginde bir uzunca ahşap sandık omuzlarda, köşeyi dönüyor. Bir köşede çocuklar gidenlere inat çostik oynuyor. Sokağın başında ise esnaf sesleri geliyor hayat devam ediyor dercesine…
Duvarlar her şeye şahittir derler. Halbuki onlar içeridekileri görürler yalnızca. Oysa sen… İki ayrı dünyanın tanığı… Dışarı ve içerinin sancılı zıtlığı... Afife’n de yok... İşin zor... Odunsun diye üzülmüyorsun sanıyorlar…
Hava KANTAR YILDIRIM
Comments