Merhaba saçları şiir kokan kadın,
Cama vuran güneşin artık yüzümü aydınlatmasını diliyorum. Camdaki lekelere takılıp, bahçendeki çilekleri görmezden gelmiyorsun umarım.
Kendime ait sessiz bir oda hayal ediyorum. Çaydanlığın tıngırtısı, musluktan akan suyun şıkırtısı, çamaşır makinesinin tangır tungur gürültüsü birbirine karışınca okuması imkânsız bir metne dönüyor yazacaklarım. Kendime ait bir odam yok. Böyle bir odayı beklersem yazamayacağımın da farkındayım.
Aklıma gelen sözlerin kaçmasına izin veremem. Köpüklü ellerimi mutfak havlusuyla kuruluyorum. Dolabın üstünden kalemimi alıyor, duvardaki takvime yazmaya başlıyorum. Tezgâhtaki bulaşıklar gözüme batmıyor.
Ne çok laf duymuştum yazdığım için. Kara sevdaya mı düştün kız, ne yazıp duruyorsun? Yazmayı seviyorum diyorum, beni duymuyorlar.
Geçen zaman içinde yılmadım. Bir yandan kızımı emzirip, bir yazdan yazıyorsam bir türlü sönmeyen tutkunun eseridir.
En yakın arkadaşım okul bahçesinde elimdeki defteri yırtıp ayaklarıyla eze eze üstüne basarken sen bu kadarsın diyerek nasıl bağırmıştı. Bugün hala yazıyorsam, kırılan kalbimle barıştığım içindir. Gülü seven dikenine katlanır derler, o diken çıbana döndü. Battı, kanattı, yer etti. İzini göremediniz. Ben ona umut dedim.
Kitap alamadığım için radyodan şiir programları dinliyor, sevdiğim sözleri yazıyordum. Dinlediğim şiirlere, ben de bir şiir yazıyordum. Duyduğum en güzel anonstu sizin de şiirlerinizi okuyalım. Hemen çizgisiz kâğıt alıp evinde masası olan komşularımıza gidiyordum. Radyodaki ses benim dizelerimi okurken” Anne koş şiirim okunuyor” diye bağırıyor, içten içe kendimle gurur duyuyordum.
Bir gün cesaretimi toplayıp radyolara gittim. Sen mi yazdın bu şiirleri, kaç tane yazdın, kaç yaşındasın sen? Kimi inandı kimi inanmadı bana, kimi de gülüp geçti. Şiir böyle yazılmaz diyen de oldu. Sen bunu nasıl yazdın diyen de. Ben radyoda çalışmak istiyorum dediğimde biz herkesi işe almıyoruz, senin Türkçen iyi mi deyip, elime en az otuz kitap verip, ülkelerin savaş tarihi ezberle; sorduğum sorulara doğru cevap verirsen seni işe alırım diyen beyefendinin benimle dalga geçtiğini; kilomdan ağır kitapları kış günü evime götürene kadar anlamamıştım. Okuyup anladığım, ağladığım günlere...
Kim ne derse desin, beni ben yapan tek şeydi yazmak. Şiir “yazma ”demek kolaydı! Şiir benim kilitli sandığımın, sihirli anahtarıydı. Benim dilimdi, gizli alfabemdi şiir. Özümdü. Şiirlere sığamıyordum. Roman yazmak istiyordum. Ben öldükten sonra bile okunacak eserler bırakmak istiyordum.
Uzun süre yazı kurslarını araştırdım. Olurdu olmazdı derken, üç çocuğumu eşime bırakıp, kursun yolunu tuttum. Lapa lapa yağan kar üşüyen ellerimin değil de kalbimin titremesine şahit oluyordu.
Bembeyaz bir gün yeni bir sayfa açmama vesile oluyordu. Çaldığım kapı dönüm noktam oldu. Kendime ait odamdaydım artık evimi bulmuştum.
Sadece yazmak istiyordum. Yazdıkça yazıyor, daha çok yazıyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler hayata bakış açım değişti. Kendimle olan kavgamı bir kenara bıraktım. Hayalime giden yolda yürüdükçe yenileniyordum. Aynalar daha güzeldi, gök daha mavi. Kelimelerim de beni seviyordu artık. Pes edecek kadar güçsüz değildim ama cesareti toplayıp ben başardım diyemeyecek kadar korkaktım. Şimdi hikâyelerimi yazıyorum. Hayalime giden yolda emin adımlarla ilerliyorum. Ben başardım hayallerimden tutkundan kendim olmaktan vazgeçmedim. Ben “yazarım”.
Comments