top of page
Yazarın fotoğrafıHülya HİÇYILMAZ

Sen Nesin?

 


Müzenin teras restorantında, öğle yemeği yemek ve sonrasında sanat eserlerini görmek için buluştular.

Boylu boyunca uzanmış, lacivert gözlü kadın gibi İstanbul Boğazı' nın ışıltısıyla öz çekim yaptılar. Rüzğarın hafifçe dağıttığı saçlarını yine rüzgarın yardımıyla topladılar.

Papyonlu garson masalarına buyur etti. Vapurun sesini, arsız çığlıklarıyla bastıran martıları izleyerek yürüdüler.

Ece mavi keten elbisesinin eteklerinin buruşmaması için sandalyenin kollarına yayarak prenses gibi oturdu. Miriş’i bekliyorlardı.

Miriş’in zoraki gülümsemeyle yaklaştını gören Ece, Beril’e “ Girişimci Korhan batırmış gene.” dedi.

Boğaz' ın esşiz manzarasında buldukları huzur Beril’in hışımla ayağa kalkmasıyla dağıldı “Üstüne gitme” diye uyardı.

“Hoş geldin Miriş, biz de seni bekliyorduk. Sipariş  vermedik.” Sarıldı öpüştü; alımlı, bakımlı kadınlar.

Yan masaya gelen kahve kokusunun etkisi altında “Beklemeseydiniz, bana salata söyleseydiniz, eserlere bakmaya zamanımız kalırdı.”

“Geleli çok olmadı Mirişim,”dedi Beril.

Ece merakla açılmış gözleriyle “Ne bu suratının hali?” diyerek sözünü kesti Beril’in

“Dur, siparişi verelim de anlatarım.” En maharetli aşçıların yemeklerini, en zarif halde sunan restaurantta pizza, salata,profiterol ve soğuk kahve istediler. Yapılan servisle birkaç fotoğraf daha çektiler. 

Beril müzenin sezon broşürünü çantasından çıkardı.

“Hadi anlat n’oldu?”Ece’nin merakı Beril’i her zamana ki gibi rahatsız etti.

“Bişey olmadı canım, gelirken podcast dinliyordum, Deniz Dülgeroğlu var biliyor musunuz? Merdiven altı terapi.”

Ece kahkülü savurarak “Biliyorum, arada denk geliyor ama öyle baştan sona dinlediğim olmadı.”

Bıyık altından gülümseyerek ” Şey, biraz hızlı geliyor bana.”

Ece ne zaman bir şeyi sonuna kadar izlemiş, dinlemiş, beğenmiş diye düşünürken Beril, Miriş devam etti sözlerine.

“ ‘Ütü masaları sevilir mi?’ bölümünü dinleyerek geldim. İlişkisini ütü masasına benzetmiş, lazım olunca salonun ortasına açılan, işi bittiğinde duvar ile dolap arasına sıkıştırılan.”

 “Yani? ” dediler anlamaz gözlerle.

“Bende düşündüm, ben kocamın nesiyim?”

 

 

 

 

“Nesiymişsin?”

Miriş büzdüğü dudaklarının etlerini ısırarak “Şemsiyesiyim “

 “Nesisin?”şaşkın açılmış gözlerle

“Şemsiyesim” dedikten sonra dudaklarını kemirmeye devam etti.

Ece “Yağmurdan korunmak için kullanıyor.Hava güneşliyse nerede olduğunu unutuyor mu?”

“Sadece yağmur değil, dolu, güneş, sert rüzgarda da elinin altında olmalıyım. Paşam hasasdır çabuk etkilenir. Yine de emniyetli evinde oturmaz.”

“ Çok ağır oldu be canım”dedi Beril. Broşürde yer alan karmaşık objelerin gölgelerinde oluşan harikalara göz gezdirirken.

“Maalesef öyle, ben kocamın şemsiyesiyim. Elinin altında yoksam en yakın tek kullanımlık, ucuz şeffaf olanlar da işini görür.”

Ece kollarını iki yana silkeleyerek “ Korhan’a haksızlık ediyorsun.O seni tek kullanımlıklara falan tercih etmez.”

“Hiç girmeyelim şimdi o konuya. ” buzlarını pipetiyle şıkırdattığı kahvesinden kocaman bir fırt çekti Miriş.

Pizzasından küçük dilim kesmeye devam eden Beril sarsıldı, düşünmeden edemedi. Ben kocamın nesiyim?Aklına ilk bastonuyum geldi. İş dünyasının ipinde dengesini sağlayan. Kuvvetini, kontrollü kulanmaya yararyan. Asla isteyerek yanında taşımadığı ama onsuzda yapamadığı.

 Ece’nin sesi düşüncelerinden kopardı Beril’i

“Sen dinleme böyle kişileri. Baksana kendine yakıştırdığın şeye aşk olsun. Senin gayet romantik, demokratik kocan var. Tamam biraz fazla girişimci olabilir ama lütfen Korhan’ı bu kadar gömme.” diyordu Miriş’e

Düşüncelerinden hoşlanmayan Beril, Prenses Ece’ye döndü “Sen kocanın nesisin Ece?”

Ece gülümsedi, “Ben Serhat’ın olsam olsam Çin vazosu olurum. İnce, latif zevkinin başyapıtı. Formu asla değişmeyen, değişmeyecek olan. “Omzundan karnına kadar elini gezdirdi.

“Nasıl keşfettiği misafirlere övgüyle anlatılan.Ölçülü biçimde gülümsemesinden başka bir şey beklenmeyen.” Taklit gülüşünü yüzüne yerleştirdi.

Beril broşürü masanın kenarına itti“Serhat gerçekten ince zevklidir. Sizdeki tablolar, koleksiyonlar, aydınlatmalar, dekor kimde var. Manzaranız bile her mevsim ayrı güzel. Belki fikrini sormuyor ama ucube şeyler de toplayıp gelmiyor.”

İşaret parmağı havada sallandı “İşte bende onu söylüyorum, o objelerden biri gibi hissediyorum.Toplanıp gitsem yanıma alabilecek sadece diş fırçam var.Koltuktan, terliğe onun standarları, onun zevki.” 

 

 

 

Kucağına düşen eteğini özenle geri serdikten sonra “Hatta biz çıkarken bana benim kız arkadaşım plastik toka takamaz, varsa lütfen kullanma demişti.”

Bu sırada papyonlu üç garson, bir çırpıda masayı topladı.

Beril elleriyle saçını enseden çekerek “Yok artık kelebek toka candır, şöyle ensenden tutturursun genç gösterir.”

 Ece başını çevirerek saçındaki sedef kakmalı tokayı işaret etti “Bunu kemik ya da gümüşle yaparsan hem genç, hem tarz gösterir.”

“Oooo, tarz işi çok karmaşık, tokadan başlarsak çıkamayız işin içinden.” dedi Miriş.

Beril “ Vallahi şu Deniz’e aşk olsun bugünün teması ‘Sanatçı ve zaman’dı ama biz oturmuş koca konuşuyoruz. Boşatacak bizi kocalarımızdan.”

Konuyu değiştirmeye kararlıydı. Kenarındaki broşürü masanın ortasına çekti “Gördünüz mü? “ dedi

Miriş ve Ece başlarını uzattılar. Broşürün kapağında klozetten yapılmış kum saatini görünce göz göze geldiler. Kontrolsüz kocaman bir kahkaha attılar.

“Şükür ki aramızda klozet yok.”dedi Miriş.

 

 

 

 

 

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page