top of page

Mucize

               

                                                                        

              Sabaha kadar, kıyamete eş, uzun bir geceden geçmişti. Ortalık sakin görünüyordu. Nefesini mi tutmuştu herkes? Yoksa yorgun mu düşmüşlerdi? Göz ucuyla saatine baktı. Ona çeyrek vardı. Sağa sola bakındı. Gözü kolundaki seruma takıldı. Öyle yavaş ilerliyordu ki! Vakitle anlaşması mı vardı? Biri geçmek, diğeri akmak bilmiyordu. Saat onda biter demişlerdi. Böyle giderse nasıl bitecekti? Biraz hızlı akacak olsa vakit de çabuk geçerdi.   Bir tıkırtı duydu. Hafifçe sağa döndü.  Kulak kabarttı. Ne gelen vardı ne giden. Bir gelen olsa söyleyiverecekti serumu hızlandırın diye. Sesinin de mecali kalmamıştı ya! Kolları da sesinden farklı mıydı sanki. Dermansız öylece iki yanında uzanıyorlardı. Kıpırdatacak oldu. Koltuk altlarında anlam veremediği bir sızı. Sol eliyle önce sağ koltuk altına sonra sağ eliyle de sol koltuk altına dokundu. Boğum boğumdu. Hayretle kaşları çatıldı. Gözleri kısıldı. Yüzünü buruşturdu.’’ Neden böyle bir şey olsun ki? ‘’Yatağın kenarındaki demirlere tutunup sıkıverdiğini hatırladı. Gücünün bittiği yerde, can havliyle sarılmıştı. Sırtüstü döndü. Tavana bakıp, öylece kala kaldı. Yüzüne yayılan belli belirsiz gülümsemeyle derin bir nefes aldı.  İlâç kokusuyla karışık buruk kokuyu çekti. Genzinden başladı. Vücuduna yayıldı. İliklerine işledi.

Bir çığlık duyuldu.  Yer gök inledi. Gece boyunca perde duvarlarla ayrılmış odaları da inletmemiş miydi? Bağıranlar, çığlık atanlar, yakaranlar her biri kendi mucizesine tanıklık ederken yalayıp yutmuştu duvarları. Tam bitti derken tekrar başlamıştı işte. Nasıl bir tanıklıktı böyle! Aynı gün, aynı saatte.  Birbirlerine  yabancı kadınların buluştuğu aynı yerde.

Muhteşem orkestra!  Soprano, mezzosoprano... Çok sesli. Hem de ne ses!  Tutturdukları ritim meydan okuyordu tüm ritimlere. Saat başı, yarım saatte bir, on dakika, üç dakika, bir dakika… Her seferinde son nefesini veriyor zannetmişti. İçi titredi. Silkindi. Sesleri ilk duyduğunda nasıl da korkmuştu. Kaçmayı bile düşünmüştü.  Eliyle ağzını kapadı. Hafifçe yumuldu yatağına. Gülmeyle karışık bir utanç duydu. Seslerin ürkütücü yanı kalmamıştı artık. Onun sesi de orkestranın bir parçası oluvermişti dün gece. Sessizliğe bomba gibi düşen başrol sanatçısıydı üstelik.              

Yorgun bedeninde tuhaf bir hafiflik hissediyordu şimdi. Beline dokundu. Ağrının yerinde yeller esiyordu. Neredeyse kopacak zannetmişti oysaki. Şaşkındı. Karnına gitti eli. Kasıklarına dokundu. Bacaklarını bir ileri bir geri hareket ettirdi. Yaşananlar gerçek değildi sanki? Her şey nasılda süt liman olmuştu.

              Kolunu kıpırdatıp saatine baktı. Ona on vardı. Serumunda biteceği yoktu. Ayak sesleri duydu. Kulak kesildi. Uzaklaşıp gitmelerini dinledi. Şüpheyle karışık düşünceler beliriverdi zihninde. Üç saat önceydi. Bir ara yarım yamalak görebilmişti. Öyle hızlı hareket etmişlerdi ki, sarıp sarmalayıp odadan çıkardıklarını fark edememişti bile. Bir daha görse tanıyamazdı belki de. Bir huzursuzluk kapladı içini. Endişelenir gibi oldu. Zihninde bir koşuşturmadır başladı.’’ Neler olmuyor ki? Her gün televizyonda neler duyuyoruz neler. Bunun hırlısı var hırsızı var. Organ mafyasından tut ta kaçırılan çocuklara kadar.’’ Bir ter boşaldı sırtından aşağı doğru. ‘’Oooooo! Aklıma gelen bunlar. Başka neler oluyordur kim bilir.’’ Tüm vücudu ateş topuna dönüştü. ‘’Niye bizim başımıza gelmesin? Allah korusun! Gelir mi gelir!’’ Alev alev yanıyordu. Hafifçe doğruldu. ”Yok canım! Bir bildikleri vardır elbet. Sakin ol” dedi kendi kendine. “Kötü şeyler düşünme. Aaaa saat daha on bile değil!  İlk buluşmayı nasıl hayal ediyordun?” İlk bakış, ilk dokunuş... “Ellerini göğsünde kavuşturdu. Heyecanlandı. Gözlerini açabilecek miydi? Göz göze gelince ne hissedecekti, peki ya gülümsemesi?Gülümser miydi? Gözlerini kapadı. Elinin tersiyle tenine dokunur gibi dokundu kendi tenine. Teni de yumuşacık olmalıydı. Kokusu?En çokta kokusunu merak ediyordu. Herkesin yerlere göklere sığdıramadığı o koku. ‘’Misler gibi ‘’demişti annesi. Derin bir iç çekti. Hafifçe gözlerini araladı. Gevşedi. Pikeyi çekti üzerine. Televizyonun kumandasını eline aldı. Bir iki kanal gezindi. Gözleri kapandı kapanacak. Sakinleşmişti. Uyuyakaldı.

              Hemşire yaklaştı. Beklediği an gelmişti. Nihayet buluşacaklardı. Kalp atışları hızlandı. Biraz daha yaklaştı. Kalbi yerinden fırlayacaktı. ‘’Kanını’’ diyordu hemşire. ‘’ Ne demek kanını? Sesi bir tuhaftı. Yoksa ona mı öyle gelmişti? Bir şey söylemek istedi. Söyleyemedi.  ’’insanın kanını donduracak’’ diyordu. “Nasıl yani?’’  Hiç bir şey anlamıyordu. Gözleri kocasını aradı. Halâ dönmemişti. Bir şey olmuştu. Hemşire daha da yaklaştı. Sesi daha da tuhaflaştı. Kelimeler bozuk plâk gibi uzayıp kısalıyordu. Korku filmlerinden fırlamış gibi. Yüzü yamulmuştu. Ağzı kulaklarında, bir kaşı havada uzunca bir yay çizdi.  Yaklaşıp uzaklaştı.  ”Hastaaane de “Sıııkaaaannnndaaaallll?” Ne söylüyordu öyle? “Sıııkaaaannnndaaaallll?”  Skandal mı diyordu?” Hemşirenin elleri kan içinde ona doğru iyice yaklaştı. Ayaklarını çekti kendine. Titriyordu. Geriye kaykıldı. Karyolanın demirlerine yaslanıverdi. Damlayan kanlar oluk oluk akmaya başladı. Hemşire burnunun dibinde bitiverdi. Çığlığa benzer bir kahkahayla elini kaldırdı. Diğer elinde kundağı taşıyordu. Elindeki kanlı jileti yaklaştırıp, çekiyordu. Ne yapmak istiyordu? Her yaklaştığında kalbi duracak gibi oluyordu. Karyolanın demirlerine sıkıca tutundu. ‘’Öldürecek misin? Hayır! Şimdi değil!’’ Diye bağırmak istedi. Bağıramadı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Donup kaldı. Hemşire garip bir kahkaha daha atıp ’’Yavru maymunları tıraş edip evlatlık veriyorduk.’’ Diyerek kundağı kucağına atıverdi. Kundak açıldı.

              - Aman Yarabbi!  Yavru bir maymun! Bir şeyler mırıldanıyordu. ’’anne! anne! ‘’ Kundaktan fırlayıp boğazına sarıldı. Nefesi gitti. Sesi hırıltıya dönüşüyordu ki,  sıçrayarak uyandı. Kan ter içinde kalmıştı. Serum bitmiş. Saat on olmuştu. Televizyon açıktı. Ekranda “Maymun Belgeseli” yazıyordu.

    Hemşire odaya girdi. ’’Bebeğinizle tanışmaya hazır mısınız?’’

        

23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Tahire

Yazamıyorum

bottom of page