Gökyüzü bulutlarla kaplı, güneş ışınları yer yüzüne ulaşmıyor. Rüzgâr esiyor, ağaçların cılız dalları ve bedenim titriyor. Bahçeden toprak kokusu geliyor, demlikten de çay. Çimenler, yapraklar ve gözlerim nemli.
Bir kupa dolusu çay alıp bahçe manzaralı sehpama konumlanıyorum. Bahçem de elimdeki porselen kupamla aynı kaderi paylaşıyor. İkisinin de üzerine yukarıdan damlalar dökülüyor. Kupamdaki çay bir türlü eksilmiyor. Eksildikçe yüzümden akan damlalarla üzerini tamamlıyorum ve çaydan ziyade tuzlu suya dönüşen bu şeyi içmeye devam ediyorum. Bunu ne zamandır sürdürdüğümü bilmiyorum. Yalnız çayı içtikçe başımın ağrısı çoğalıyor. Nihayetinde bir ses duyuyorum:
“Daha fazlasına yer kalmadı, artık yeter!”
Ani bir titreme hissediyorum. Gözbebeklerim genişliyor, hızlıca bir sağı bir solu yokluyorum. Ses havada yankı yapıyor, elimle yankıyı takip edip sesin kaynağına ulaşıyorum. Burası benim kafam. Ufak hareketlerle yokluyorum, sesin çıktığı o ufacık noktayı tespit ediyorum. Küçük bir kara delik, yalnızca serçe parmağımın girebileceği genişlikte. Parmağımı sokup deliği genişletiyorum, kabuğundan ve sınırlarından kurtulan beynim rahat ediyor. 28 senedir aynı yerde olmaktan sıkılmış ve kırılmış. Elime tutunup yerinden çıkarken bana sınırları ne kadar sevmediğinden bahsediyor. Yapmaya mecbur kaldığı şeyleri yapmaktan şikâyet ediyor. Masanın üzerine yerleşiyor. Beti benzi atmış gibi, rengi griye dönük… Oysaki onu canlı pembe görmeyi beklerdim. Bir an önce kilo vermezse aynı yere tekrar sığamayacağını söylüyor. Sahiden şöyle bir bakınca ben de onu kafamın üstünde daha fazla taşıyamayacağımı anlıyorum. Acilen içinin yağları erimeli.
Yaklaşıyorum, elimi kıvrımları arasında dolaştırıyorum. Bir süre sonra parmaklarıma sert bir cisim değiyor, pembe beynimin arasında siyah bir çıkıntı bu. Orada olmaması gereken bir şeye benziyor. Biraz çekiştiriyorum, olduğu yerden çıkarıyorum. İçeriden el alem çıkıyor! Bu minyatür insanlara bakıp ne dersiniz diye soruyorum. Evimi süzüp burada mı yaşıyorsun diyorlar. Kaç yaşına geldin bir koca bulamadın, kendin yaşıyorsun. Bir devlet işine de girememişsin hâlâ. Bu evin hâli ne öğrenci evi gibi? El alemi duvara fırlatıyorum, küçük beyinleri patlıyor, duvara temas ettikleri yerde ufak bir leke kalıyor sadece. Artık el alem ne diyor duymuyorum.
Bakıyorum, beynimin yanakları da hafif allanmış. Bu kıvrımlı güzelin hatları arasında dans etmeye devam diyor elim. Derken elimi şiddetli bir acıyla geri çekiyorum, parmak uçlarım kanıyor. Bir şeyler elimi kesmiş. Dikkatlice açıyorum elimi çektiğim yeri, bakıyorum hayal kırıklıkları oraya saplanıp kalmış. Başta ne yapacağımı bilemiyorum, baktım olacak gibi değil teker teker çekip çıkarıyorum kırıkları. Elim kanasa da önemli değil, kararlı olup hepsinden kurtulmak gerek. Temizliği tamamlayınca pansuman yapıyorum yaralı yere, acım hafifliyor. Başarılarla dezenfekte ediyorum, üzerini şefkat merhemiyle kaplıyorum ki mikrop kapmasın, iyileşsin.
Bahçemdeki yağmura rağmen, güneş yeniden ortaya çıkıyor. Masaya yansıyan güneş ışınlarının altında beynimdeki gezintime devam ediyorum. Hafiflemiş olduğu da gözümden kaçmıyor, biraz daha zorlasam sığacak kafama yeniden. Fakat hala kafa almıyor, o yüzden keşfe devam. Nihayet elime tostombalak bir şey geliyor. Köşesi yok, nasıl çekip çıkaracağımı bilemiyorum, ete de gömülmüş gibi. Mecbur elime bir bıçak alıyorum, biraz acılı bir işlem olacak. Bu tombalak şeyi etten ayırmam gerek. Beyin veryansın ediyor, tombalak şeye sahip çıkmaya çalışıyor ama nafile. Anladım ki beynimi en çok şişiren şey bu, bırakır mıyım hiç? Ne zamandır burada bilinmez, bayağı içeri gömülmüş. Acımayıp haşin davranıyorum, kenarlarından kese kese meydana çıkarıyorum onu.
Aman o da ne! Cem bu, benim eski nişanlım! Nişandan sonra düğünümüz için açtığımız hesaptaki parayı çekmiş, alımlı, hoş bir kadınla turistik bir bölgeye göç etmişti. O kadın ben değildim. Cem’i ne yapacağımı bilemiyorum, beynime utanarak bakıyorum. Ben kıvrımları arasında dolanırken öfkeyle solusa da beynim Cem’i çıkardığım anda rahatlamışa benziyor. Cem’i gözyaşı dolu kupanın içine atıyorum, Cem boğulunca beynim kupaya tekmeyi basıyor.
Öznur ERTÜRK
Comments