top of page

Zıkkımın Kökü

Yazarın fotoğrafı: Abdullah TEMİZKANAbdullah TEMİZKAN

Zemheride Mücahit’in bile canı dışarı çıkmak istemiyordu. Balıksırtı kızağı babasına yaptırmak için kırk takla atmış şimdiyse ideal ortam oluşmasına rağmen kukumav kuşu gibi evde oturuyordu. Pencerenin önüne biriken karı almak için camı açmasıyla kapatması bir oldu. Kuzine sobaya patates atmış onların közlenmesini bekliyordu. Közlenmiş patatese bayılırdı. Közlenmiş patatesi ortadan hafifçe yarıp içine tereyağı, küp peyniri koyup yerken adeta kendinden geçerdi. Hele bir de yanında taze demlenmiş çay oldu mu Mücahit keyfinden dört köşe olurdu. Şükriye Hanım oğlunu sobanın yanında yanakları kıpkırmızı görünce:

-Naber Mücahit, herkes kızak kayıyor, sen kuzinenin yanına sermişsin mitili.

- Çok soğuk ana yav, hiç çıkasım yok. Gece de üşümüşüm zaten. Mutfağa girdim ora da buz gibi. Ah şu ev kaloriferli olacaktı var ya.

- Ya bak işte, anan akşama kadar orada size yemek hazırlıyor, bulaşık yıkıyor, hiç bunu düşünüyor musunuz?

-Tamam ama sen annesin, ben çocuğum. Senin yemek yapman lazım benim de...

-Senin de oynaman lazım ama evde pinekliyorsun.

-Yooo, benim yemem lazım. Ama mutfakta bir şey bulamadım. Küpten biraz kıyma kazıdım. Isıtmaya bile erindim.

-Erindiğinden eşeğe dayı diyon baban gibi.

-Yok ya, o kadar da değil. Hemen fetilin arasına sarıp yedim ama doymadım.

-Anca camış gibi ye sen, montof gibi oldun vallaha.

-Baktım olmuyor, ayaklarım donsa da tavayı koydum ocağa, tereyağında peyniri eritip üstüne de yumurta kırıyım dedim. Ama yumurta kırmanın bu kadar zor olduğunu bilmiyordum.

-Sıracalıya bak hele, önüne hazır geleni löp löp yutmak kolay tabii. Oğlum az gez, toz; koş, oyna. Ne bu böyle ye, iç, yat. Besiye çekilmiş toklular gibi şiştin vallaha.

-Dur daha bitmedi fırında patates közlüyorum. Şimdi anam da çay koyar. Sonra çayla beraber analı oğullu yeriz diye düşünüyordum.

-Dur az şu yanakları bir ısırıyım, şöyle lastik gibi bir sündüreyim de ondan sonra. Camış oğlum, kömüş oğlum, evimin yakışığı, gönlümün ışığı oğlum.

Şükriye Hanım son beşiğini iyice sevip hırpaladıktan sonra dizlerinin çatırtılarına aldırış etmeden yerdeki minderden doğruldu, camdan dışarıda kızak kayıp kartopu oynayan çocuklara gıptayla baktı. Sonra odadan hızlıca çıktı, kapıyı sıkıca kapayıp alttaki boşluğu yerdeki keçeyi ayağıyla itekleyerek kapattı.

Mutfağa girmesiyle çıkması bir oldu. Geri döndü. Kapıyı açtı. Mücahit annesinin kırış kırış olmuş alnına, kocaman acıkan gözlerini görünce kuzine ile duvarın arasına iyice sıkıştı.

-Ulan karaltısı kalkmayasıca, yumurtayı sen tavaya mı kırdın yoksa ocağa mı kırdın. Üstelik yumurtaların kabuklarını tezgâhın üstünde bırakmak da ne ha? Senin babanın eşeği mi var? Sürekli ben senin arkanı toplamak zorunda mıyım? Babanın bekini ye, zıkkımın da kökünü ye. Kalk! Yok sana patates matates. Kalk çabuk giyin üstünü hemen sokağa çıkıyorsun. Akşam ezanı okunmadan gelmek yok. Donuyor musun, buyuyor musun umurumda değil. Al kızağını da görünme gözüme. O ne öyle, köşe minderi gibi kurul köşeye, pasaklı sıracalı.

Mücahit istemeye istemeye dışarı çıkınca, Şükriye Hanım öfkesini közlenmiş patatese katık edip demli çayla yuvarlamaya karar verdi.

Akşam ezanları okunurken eve dönen Mücahit'in burnu kıpkırmızı, dudakları mosmordu. Moher yünden dokuz şişle anasının ördüğü eldivenlerin parmaklarında yer yer kar ve buz parçaları parlıyordu. Mücahit burnunu çekerek üstündekileri çıkarmaya başladı. Ancak kabanın düğmelerini açmayı başaramadı. Sanki parmakları söz dinlemiyor, elinden kaçıyordu.

Yavaş yavaş gözleri sulanmaya başladı. Şükriye Hanım, Mücahit’in kabanının düğmelerini çözerken onun tir tir titrediğini fark etti. Sonra elindeki eldivenleri çıkarırken

-Benim tosun oğlum üşümüş mü? Benim yiğit oğlum, benim mücahit oğlum üşümüş mü?

Bu sözler üzerine Mücahit hüngür hüngür ağlamaya başladı. Doğruca kuzine sobanın başına gitti. Ancak daha on beş saniye geçmeden

-Parmaklarım sızlıyor anaa, diye höykürdü. Şükriye Hanım:

-Ne gittin sobanın başına sıracalı, daha çok acır. Gel banyoya ellerini soğuk suyun altında beklet biraz.

Zır zır zırlayan Mücahit istemeye istemeye buz gibi banyoya girerken:

-Yav parmaklarım dondu diyom ben sana, soğuk su ne alaka? derken suyun altında ellerinin rahatladığını hissetti. Az sonra ağlaması kesildi. Banyonun soğuk zemininde bir ayağını diğerinin üzerine koydu ve kapıya doğru:

-Anaa fırındaki pattesleri çıkarttın mı?

-Şimdiye pattes mi kalır sıracalı? Döğülcek çorbasıyla turşu var.

-Ben onları yemem kız ana, ben pattes isyom.

-O zaman babanın bekini, zıkkımın da kökünü ye!

 
 
 

Comments


bottom of page