top of page
Yazarın fotoğrafıElif DİRİCAN

Nevi Şahsına Münhasır



Kızım Itır bir yıldır Hızır Ali adlı bir delikanlıyla görüşüyor. Ama Hızır Ali de ne Hızır Ali. O nasıl bir beyefendilik; o nasıl bir boy, pos; o nasıl bir saygı, hürmet. Doğum günümde çiçeğimi gönderdi, eşimin ölüm yıl dönümünde bizi arabasıyla mezarlığa götürdü, duasını okudu. Dönüş yolunda bir şahin sağımızdan geçiyor, önümüze kırıyor, arabasının gücü yetmiyor önümüzden gitmeye, arabayı bağırttıkça bağırtıyor, bizi de yavaşlatıyor. İşte şimdi, dedim bildiği küfürleri sayacak.

"Kifayetsiz muhteris," dedi usulca. "Ula oğlum o ne demek," dedim içimden. Böyle küfür mü olur? Paşa torunu mudur, akademisyen çocuğu mudur bilmiyoruz daha. Anlatmıyor ki...

İşi gücü de yerinde. Almanlarla çalışıp avroyla parasını alır. Şimdiden hem evini almış hem arabasını. Boş zamanlarında Osmanlıca dersi alır, keman çalar.

Geçen gün Itır'a evlilik teklifinde bulunmuş. Bana da "Nasıl bir yol izlememiz münasiptir?" diye sordu. "Önce anneniz gelsin de bir tanışalım," dedim. Dedim ama bir yandan da eteklerim tutuştu. Sosyetik midir, kibirli midir? Ben lise mezunu orta sınıf bir ev hanımıyım. Benim yaptığım yemekleri öyle her hamarat kadın yapamaz orası ayrı. Evimin temizliğine kimseler kusur bulamaz orası da besbelli ama 'ya bizi beğenmezlerse' diye de, ne yalan söyleyim, içim içimi yiyor. Hızır Ali de nasıl ketum, konu ailesi olunca ağzından lafı kerpetenle alıyoruz.

"Hızır Ali Bey oğlum annen nasıl biri?"

"Nevi şahsına münhasır biridir."

O ne demek? Çok mu bilgili demek, havalı mı demek? Açık açık söylemiyor da.

"Aman oğlum, biraz anlatsana, ne sever ne sevmez?"

"Annem tam bir deniz âşığıdır. Denizi görmeden, sesini duymadan rahat edemez."

"Ne yemeyi sever?"

"Deniz mahsullerini pek sever, sofradan hiç eksik etmez."

Sofrayı neye göre kuracağımı aşağı yukarı anladım da biz hamsiden başka balık pişirmeyiz. Deniz mahsulleriyle ilgili bilgim, becerim bu kadar. Gerçi Hızır Ali iki kez Çin lokantasına götürdü. İlkinde Itır'ın kaş göz yapmasıyla zar zor yuttum suşiyi. Kalamarı sevdim Allah için. İkincisinde neyi nasıl yiyip neyi yemeyeceğimi iyi kötü anladım. Ama bunları evde yapamam ki... Henüz o kadar çözemedim deniz mahsulleri olayını.

Düşündüm taşındım bir çıkar yol bulamadım. Aradım gittiğimiz Çin lokantasını, evlere servisi varmış. Fiyatları sordum. Offf... Of ki ne of... Itır'ın nasibine diye biriktirdiğim yarım altınlardan birini bozdurdum. Bu da Itır için. Hem ilk intiba çok önemli. Nevi şahsına münhasır kadının yanında kızımı küçük düşürecek değilim.

Gittim en afilisinden sofra örtüsü aldım. Evde var da yeni olsun istedim. İçecekler için kibar kadehler getirdim genel müdür komşunun evinden. iki arada bir derede kuaföre gidip çektirdim saçımın fönünü. Hızır Ali'yle annesinin gelmesinden yarım saat önce geldi suşiler ve karides salatası. Ben de avokado salatası yaptım. Sofrayı kurduk, düğünlerde giydiğim topuklu ayakkabının altını iyice silip geçirdim ayağıma. Şöyle iki adım geri çekilip süzdüm masayı. Her şey tastamam. Gümüş şamdanların üstündeki parfümlü mumları da yaktım mı, gelsin de beğenmesin bakalım nevi şahsına münhasır kadın.

Itır da çok heyecanlı yavrum. Nereye basacağını şaşırıyor. Siyah pantolonunun üstüne beyaz saten bir gömlek giydi. Saçına da güzel bir at kuyruğu yaptırmış ayakta bekliyor.

"Kızım otur," diyorum.

"Yok anne, gelirler şimdi," diyor.

Giriş kattaki evimizin önüne Hızır Ali'nin arabası ağır ağır park etti. Önce Hızır Ali indi arabadan, gidip annesinin kapısını açtı. Nevi şahsına münhasır kadın, oğlunun elinden tutarak yavaşça indi. Boynundaki ipek eşarpla rüzgarda savrulan saçlarını örttü. Oğlunun kolunda ufak adımlarla eve doğru yürüdü.

Utangaç bakışlar, nasılsınız efendimler, çeşit çeşit parfüm kokuları, vazoya konan pembe güller, masaya buyurunlar, lütfen başköşeye oturunların ardından herkes yerine yerleşti.

Nevi şahsına münhasır kadın, omuzlarına kayan ipek eşarba aldırmadı. Çin çubuklarını keten peçetenin üzerinden eline aldı evirdi çevirdi, geri bıraktı. Çatalı aldı eline önündeki servis tabağından ne alayım diye düşündü, düşündü... Bir havuç dilimine saplayıp ağzına götürdü. Ben de yan gözle onu süzüyorum. Sofrayı beğendi mi beğenmedi mi anlamaya çalışıyorum. Karides salatasını uzattım "Alır mısınız?" dedim, gözünün ucuyla bakıp hemen tabağına çevirdi bakışlarını. Yüzünde tiksinmeye benzeyen bir ifade dolaştı. Çatalını bir suşiye batırdı. Eli hafif titreyerek ağzına götürdü. Çiğnerken yüzü kızardı, alnında bir damar şişti, bir damla yaş gözünün ucunda birikti, birikti. Aktı akacak orada bekledi. Çiğnedi, çiğnedi, çiğnedi... Öğürecek gibi oldu, zorla yuttu. Suşinin mideye gitmesiyle gözyaşının pıt diye akması aynı anda oldu.

Beğenmedi, besbelli.

Avakado salatası uzattım. Masadaki elini hafif kaldırarak istemediğini belirtti. Kalamarı uzatacaktım ki artık gücümün kalmadığını fark edip vaz geçtim. Benim de moralim bozuldu. Ağladım ağlayacağım. Hızır Ali canımın sıkıldığını anladı herhâlde ki "Anneciğim biraz ağır ezgi fıstıki makam yer," dedi.

Nevi şahsına münhasır kadın, gözleriyle Hızır Ali'yi yiyecek gibi baktı. Hızır Ali gözlerini kaçırdı.

Kadın beni süzdü uzun uzun.

"Bunları sen mi yaptın?" dedi. Beğenseydi belki ben yaptım derdim de beğenmedi işte. Niye sahipleneyim? Ne olacaksa olsun.

"Hızır Ali 'Annem deniz mahsulleri sever,' deyince Çin lokantasından getirttim. Ben pek sevmem böyle şeyleri aslında. Ben balık deyince hamsi anlarım. Başkasını pek bilmem."

"Demek bu işler benim uşağın başının altından çıktı he mi?"

Döndü Hızır Ali'ye açtı ağzını, yumdu gözünü.

"Durdum, durdum duramıyorum. Ula gaybana; senin anan soğan, baban sarımsak. Nereden çıktın sen gülbeşeker? Hamsi dururken ha şunlar yenir mi? Denizdeki bobaçlari toplayıp sofraya doldurmuşlar, senin yüzünden. Dedim ona ki yaşmağımı başıma vurayım da gideyim. 'Yook ipek eşarp kibar durur,' diye tutturdu. Haşa sizden sofranın başındayız, alışmadık şeyde don durur mu? Bak durmuyor, kayıp eneyi dibe. Almış, gelmiş topuklu iskarpinleri yalvara yalvara giydirdi. Kendi başıma adım atamıyorum. Trabzon'un dağında kabanında ha bunlarla yürünür mü hiç? Giymedim ben hiç bu iskarpinleri."

Hızır Ali "Ama anneciğim..." diyecek oldu. Annesi konuşturmadı.

"Suuus, hatır için çiğ tavuk yenir de çiğ balık yenir mi? Bu Kibar Feyzo'nun hatırına onu da yedim." dedi ağlar gibi bir sesle. Hepimizin ağzı bir karış açılmış ona bakarken Itır'a döndü:

"Yavrum kusura kalmayın, midem kalktı. Bir peynir, ekmek getur da yüreğime vurayım. Ama önce beni bir ayak yoluna götür, elime yüzüme su çarpayım." diyerek önce ayağındaki ayakkabıları çıkardı, Itır'ın ardından topallayarak çıktı salondan.

Hâlâ açık ağzımla, öyle boş boş baktım kadının ardından.

Hızır Ali mahcup bir gülümsemeyle bana döndü.

"Annem nevi şahsına münhasır biridir demiştim," dedi.

Elif DİRİCAN





26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page