Yine Kurban Bayramı geldi.
Kendimi bildim bileli babam ve abim bayram namazından çıkar doğru kurbanımızın başına giderler. Biz de annemle evi derler toplar, kurban yerine yardıma gideriz.
Annem hemen kurbanın işkembesini sorar. Onu alır, açar, şöyle bir kabasını alır, içinden çıkanları gömer. Ortaklara pay eder, istemeyenlerin payını da alır eve getirir, kireçli suya yatırır.
Biz de abimle etleri doğrarız, pay ederiz, komşulara dağıtırız, kavurma yaparız. Kavurma yenince bulaşıkları ben yıkarım.
Dananın kuyruğu asıl ikinci gün kopar. O gün annem için işkembe, benim için ise Canciğer günü. Annem önceki günden kirece yatırdığı işkembeyi haşlamak, doğramak ve buzluğa atmak ister. İşkembe haşlanırken çıkan koku buradaki herkesin malumudur sanırım. Mutfağın camını, balkonun kapısını, aspiratörün son ayarını açsan da o koku evdeki tüm odaları, eşyaları, insanları hatta kediyi bile sımsıkı kucaklar; kolay kolay da bırakmaz.
Her bayram anneme yalvarırım. “Anne kurban olayım, elini ayağını öpeyim gel bayramda yapma şu işi. Gelen giden oluyor,” diyorum, yok. “Tiksiniyorum, midem bulanıyor, başım ağrıyor,” diyorum, yok. Gidip tuvalette elimi boğazıma kadar sokup istifra sesleri çıkarıyorum, “Nuh” diyor “peygamber” demiyor. Canciğer olayını da anlatamıyorum tabii.
Elinde bıçak, sürttükçe sürter. Arada bir kaldırıp bana gösterir. “Baak, bak. Bembeyaz oldu. Hele şu kırk kata bak. Aynı gelinlik gibi tiril tiril.”
Ya tamam, işkembe gelinlik gibi oldu nasıl olduysa da benim gelinlik hayallerimin katili oluyor artık. Annem işte bunun hiç farkında değil.
Şimdi siz, “İşkembenin senin gelinlik hayallerinle ne alakası var?” diyeceksiniz, biliyorum. Anlatayım.
Babamın iş ortağı İhsan amca maaile Ramazan Bayramı’nda köyüne gider, Kurban Bayramı’nın ikinci günü öğle üzeri de bize bayramlaşmaya gelirler. Hani bizim işkembeler tam düdüklüde haşlanıp çıkıp annemin bıçağının altına yattıkları zaman. Bir de oğlu var bu İhsan amcanın. Boyu boyuma, huyu huyuma uygun bir kara yağız. O kaş o göz… Neyse… Kedinin ciğere baktığı gibi süzüyorum oğlanı. İçimden “Bakma kız ayıp, günah,” diyorum ama sözüm gönlüme geçmiyor bir türlü.
Yıllardır bekliyorum ki o da bana baksın, şöyle bir göz göze gelelim. İki çift laf edelim. Kalpten kalbe bir yol gitsin, birbirimize “canım, ciğerim,” diyelim, sevgimiz evliliğimizle taçlansın ama ne mümkün? Çocuk kokudan gözünü açamıyor bize gelince. Ben de onun zihninde işkembe kokusuyum sanki.
Canciğer’im balkon kapısının yanına oturur. Kafasını temiz havaya doğru uzatır. Kısılmış gözlerinin arasından beni ya görür ya görmez. Yaşım da geçiyor bir yandan. Taliplerime “Evlenmeyi düşünmüyorum,” diyorum. E ne deyim? Canciğer’i bekliyorum diyemiyorum ki!
Bu yıl abim evlendi. Gelinimizle beraber ilk Kurban Bayramı’mız. Kurban yerine hep beraber gittik. Etleri doğramaya başladık. Annemden ümidimi kestiğim için bu sene “İşkembe almayalım,” diye yalvarmadım.
Annem işkembeyi hüzünlü hüzünlü aldı, içini boşalttı, kabasını aldı. Sonra dedi ki: “Buyurun, isteyenler aranızda pay edin. Ben bu sene işkembe almayacağım.”
Kulaklarıma inanamadım. “Neden?” demişim, “Anne neden almıyorsun?”.
“Yengen tiksiniyormuş kokusundan. İşkembe pişirilen eve giremezmiş. Artık almayacağım.”
Çok şükür Allah’ım, çok şükür. Nihayet bayramlar, bayram olacak gibi.
Bu sevinçle bayramın ikinci günü evi yeniden bir kırkladım. Yengeme sarılıp sarılıp öptüm. O, bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında bile değildi.
Canciğer’imin ve ana-babasının aklına belki bir şeyler düşer diye beyaz elbisemi giydim. Eteği kat kat iniyor. Gelinliğimin eteği de böyle kat kat olmalı. İnci küpelerimi taktım. Odamdaki tülün ucunu, duvak gibi saçlarımın üstüne yerleştirdim. Boy aynasında kendime baktım önce. Sonra şöyle bir döndüm etrafımda. Üstüme ışıl ışıl simler, gül yaprakları döküldü sanki. Gelin çiçeğim pembe olmalı mutlaka.
Kullanmaya kıyamadığım parfümümden bol bol sıktım. Neredeyse gelin makyajı yaptım. Annem bir şey der mi, diye korktum ama o beni görünce “İşkembe de temizlenince böyle bembeyaz, kat kat oluyordu,” deyip boynunu büktü.
Beklenen misafirlerin tabaklarına baklavaları, sarmaları özenle dizdim. İşte tam bu sırada kapı çaldı.
Annem benden önce açtı. “Gel kızım İhsan amcanlar geldi,” diyerek beni çağırdı. Heyecandan hemen gidemedim. Derin bir nefes aldım. Düğün salonuna giren bir gelin gibi başım dik, ağır ağır yürümeye başladım.
Salona girdiğimde bir kanepede İhsan amca ve karısı, diğer kanepede Canciğer’im ve siyahlar giymiş, meymenetsiz bir kız oturuyordu.
İhsan amca biricik oğullarının nişanını anlatıyordu.
Elif DİRİCAN
Kommentare