Kıymet, köy meydanındaki çeşmenin önünde dolmuş bekliyordu. Aylardır arpacı kumrusu gibi düşünceliydi. Düşüncelerini avukata anlatma cesaretini yeni topladı.
"Ölsün istiyorum. Arabasının dört tekerini patlatmak, camını kırmak istiyorum. Değil mi ki o arabaya ben iki kere bindim, biri mahkemeye giderken diğeri de köye bıraktığında? İçindeyken, dizilerdeki gibi araba patlasın, lime lime etrafa dağılsınlar istiyorum."
Canına kıyarak onlara vicdan azabı çektirdiği senaryolardan, Emin'i hapse attırma fikrine geçmesi bir yılını aldı.
Kendisi sahtecilikten ceza alsa da Emin'in hem dünyada, hem ahrette sorgudan kaçmasına izin vermeyecekti. Geçen hafta, ilçenin ünlü avukatından randevu aldı.
Düğün alışverişi için şık şıkıdım giyinmiş kalabalık, yanında durdu.
“Önce bizim manifaturacı Kemal abiye, kuyumcu Orhan'a gideriz,” dedi orta yaşlı kasketli adam.
Arkasındaki henüz filizlenmemiş genç kız “Nasıl münasip görürseniz,” diye yanıtladı.
Toz bulutunu arkasına almış, mavi beyaz dolmuş yaklaştı. İlçe tabelası ve dikiz aynasındaki üçgen Türk bayrağı sallanarak önlerinde durdu.
Güneşin vuracağı tarafı bilenler, öncelikle sol koltuklara yerleşti. Arka beşlinin önünde, sağ teker üstüne başı önünde, çuval gibi attı kendini Kıymet. Yanına kimse oturmadı.
Öndekiler arkaya dönerek. “Ev kurana Allah yardım eder,” diye kayınbabayı teselli ettiler.
Köylülerinin riyakar konuşmaları Kıymet'in içini bulandırdı. Daha kendi tırnağını bile kesemeyen şu kıza ne diyecekler? “Gelinlikle çıktın, kefenle dön.”
“Karı olsaydın evde tutsaydın kocanı!”, “Kaçan kızın olacağı bu!", “Üzüntülerinden anan baban vakitsiz göçtü.” diyeceklerini bildiğinden kimseye anlatamamıştı derdini.
Camda yansıyan aksini gördü. Pörtlemiş mavi gözlerinde çakan şimşeklerle karşılaştı.
İçindekilerle birlikte köyü yaksa, dünyayı patlatsa geçmeyecekti hıncı.
Şoför müziği sonuna kadar açtı, herkes sustu.
Batsın bu dünya/ Bitsin bu rüya.
Avukata anlatacaklarını toparlamaya başladı.
"Beni düğünde görmüş, beğenmiş. Düğün evinin arka bahçesinde buluşmuşuz, diye dedikodular çıktı. Annem, babamı oynamaya bile yanından kalkmadığıma inandıramadı. Kapıyı üstümden vurdular. Rahmetli babam 'Kapıma Emin gibi adam gelemez,' demeseydi, benim de telli duvaklı düğünüm oldurdu."
Cansız parmağına bol gelen yüzüğünü düzeltti.
"Şehre varınca hemen nikah kıydık, önce Emin’in akrabalarında kaldık. Sonra fabrikaya işe girdik, o şoförlük yaptı. Ben son ütücüyüm.
Yok, yok buralara dalmayayım.
Hiper tansiyon hastası olduğumu, doktorlar doğurmak için dokuz ay yatmam gerektiğini söyledi, diyeyim.
Bu sırada annem öldü, ardından babam. Ondan sonra değişti Emin. Üzüntülü hâlimi beğenmedi, benden soğudu herhalde."
Köyün bozuk yollarında çalkalanan dolmuş, onu kendine getirdi.
"Avukat hanım, ben kendimi ihbar etmek istiyorum diyeceğim.
Ben, babamdan kalan maaşı almak için sahteden boşandım.
Emin dedi ki: Babanın maaşı senin aylığının iki katı, boşanırsak çalışmazsın. Yata yata bebek doğurursun, evin borcu bir yılda biter. Yüzüklerimizi çıkarmayız, kimse hiçbir şey anlamaz."
Cılk olmuş kafasına, kızaran yanakları eklendi.
"Başka, başka, ha tamam.
Boşandıktan sonra babanın evini, bahçeyi sat, arabayı yenileyelim dedi, satmadım. Ondan sonra eve hiç ayık gelmedi. Beni bir koli erzakla köye bırakıp gitti.
Peşinden dedikodular geldi. Ben saf, Emin’e değil de, Neriman’a güvendim. Vardiye arkadaşım, başından dayaklı değnekli evlilik geçmiş, boyu kadar oğlu var, öyle şey yapmaz dedim.
Hamile olduğumu anlar anlamaz söyleyebilseydim, değişir miydi her şey? Nikahlanmazlardı belki. Korktum düşer müşer de yalancı çıkarım diye."
Dolmuş keskin viraja hızla girdi, Kıymet kaderi gibi cama savruldu.
"Karnımdaki sabiye acımadan ne demişti? 'Bize yaklaşacak olursan, sizin köylülerin kahvesine gider Kıymet'i kaçırdığımda kız değildi, derim. İnsan içine çıkamazsın.'
Ah canım anam, bilmiş gibi haber gönderdiydi, 'Gerdek çarşafını ölene kadar saklasın,' diye. Onu değil ama yavrumun bulaştığı çarşafı sakladım.
Avukat hanımla bir konuşayım.
Gör bakalım beni iffetimden, bebeğimden etmek o kadar kolay mıymış? Zindanlarda çürü. Yoksaaa, tüfeğe, kezzaba gerek yok. Bir tane fıstığın sana neler yaptığını ben bilirim."
Aylardır hayal etmekten en hoşlandığı sahne gözünde canlandı. Emin alerjiden nefessiz, hamamböceği gibi devrilmiş, kolunu bacağını çırpa çırpa “Ben ettim sen etme, acili çağır!” diyordu.
Havanda özenle döverek pudra haline getirdiği, poşet poşet içine soktuğu fıstık tozunu çantasının içinde avuçladı.
Köy dolmuşu ilçe meydanına yaklaşırken kulakları uğuldamaya, eli ayağı titremeye başladı.
Kıymet, avukat hanımdan; evli olsaydı zinadan boşanma davası açabileceğini, fakat evli olsun olmasın zinanın suç olmadığını, tazminat davası açsa bile kazanmasının pek mümkün görünmediğini, tehditten suç duyurusunda bulunmak isterse bunu kanıtlayan mesaj, ses kaydı ya da duyan birini getirmesi gerekeceğini, bundan ceza alsa bile verilecek cezanın, muhtemelen yatarı olmayacağını öğrendi.
Akşam saati üstü başı fıstık tozu karakola vardı. Kapıdaki polise “Kendimi ihbar ediyorum, kocamı öldürdüm,” dedi.
Hülya Hiçyılmaz
Comments