Tepeden inerken mi, çıkarken miydi? Bir yokuşun ortasındaydı hatırladığı. Semt burası mıydı? Denizi görüyordu sanki eve giderken. Ya da okula giderken. Sebebini bilmeden inmişti otobüsten. Bir şeyler tanıdık gelmiş olmalı. Ya da aynı otobüsle bu üçüncü turu olduğundan atmıştı kendini aşağıya. Şoför üç defa son durak diye seslenmiş inmemişti. Emin olduğu tek şey son durakta oturmadığıydı. Şoförün aynadan dik dik baktığını fark ettiğinde iniverdi otobüsten. Durak bir kasabın önündeydi hem kasap hem kebapçı.
Köşeye bir koyun bağlanmış, kirli tüylerin üzerine kırmızı boyayla adaklık yazıyor. Kan kokuyor. Bir çocuk "Ne olur kesmeyelim baba!" diye yalvarıyor.
Gece gizliden yanına gidiyor. Koyun ara sokaktan denize bakıyor. Düğüm çözülse denize koşar. O koyuna bakıyor kapıdaki eleman ona. Koyunun bekçisi mi "Beyamca buyur, boş yerimiz var. Tam dişine göre kebaplar,". Midesi dönüyor, münasebetsizlerden tiksindiğini hatırlıyor. Telaş içinde geri dönüyor.
Karşı ara, denize bakıyorsa yukarı çıkan yola sapmalı. Koyun denize baka dursun o incik boncuk satan dükkânların arasından içerilere doğru yürümeye başlıyor. Firuze taşlarla donanmış bir gerdan hatırlıyor. Burnunda ılık ılık bir ten kokusu yer ediyor. Masayı yumruklayan kehribar yüzük yüreğini çiziyor. Amatisin moruyla kalbi kuşanıyor. Sanki mor bileklikli bir elin sıcaklığı kalbine yayılıyor.
Satıcı kız "Amcacım var mı beğendiğin bir şey?" diyince "Onları geri alamam ki" diyor.
"Bunlar yeni amca."
"Yenisini ne yapayım? Gelmezler geri," diyor nedense. Satıcı kız gelen Arap turistleri görünce vazgeçiveriyor. Ne çok var bunlardan derken geldiklerine seviniyor.
Önüne alçak tabureler ile sehpalar atılmış dükkânların camlarına bilmediği dillerden bir şeyler yazılmış. Genç çocuklar oturmuş, büyük seslerle konuşup büyük bardaklardan bir şeyler içiyorlar. Babasıyla gittiği kahveyi hatırlıyor hep yaşlı başlı adamlar görmüştü orada. Ve kehribar yüzüklü el gururla başını okşamıştı. Hem sevinmiş hem titremişti.
Benziyor mu buralara? Arkasına dönüp bakıyor deniz gözüküyor hâlâ doğru yolda olabilir. Salkım saçak kıyafetlerle donanmış birkaç rengarenk vitrinin önünden geçiyor. Firuze gerdanlıklı kadın çarşafın üzerine serdiği eteğin boyunu ayarlıyor santim santim.
"Sakın elleme," diyor "dikiş makinasını". Ellemiyor ki teneke arabasıyla oynuyor.
Yokuş dikleşirken dönüp bir daha bakıyor, deniz daha büyük görünüyor.
"Keşke koyunu da getirebilseydim," diyor. "Kaçırdım diye babam kızar mı? Ne kadar çıkacak ki daha , doğru yer mi hem? Yemeğe geç kalmasa... Annesi üzülür,".
Firuze gerdanlığın iç geçirmesini hayal ediyor. Dinlenmek lazım. Karşıdaki kitapçıya girse, oturacak yerleri de vardır belki. Ayakları çok alışkın gibi oraya yöneliyor. Vitrinde kitapların yanında oyuncaklar sıralı. Kendi arabasından yok. İçeride ne çok kitap var.
Kağıt kokusu, ah kağıt kokusu! İlkokul defterlerini hatırlatıyor. Öğretmeni "Bunları okumalısınız," diye bir liste vermişti. Cebine koymuş muydu?
Ceplerini karıştırıyor uzun süre. Hah kumaş mendilinin arasına sıkışmış. On-on iki tane kitap var listede parası yeter mi ki?
Bankonun ardından onu izleyen delikanlıya uzatıyor.
"Bunlar var mı?"
"Ben hazırlayayım," diyor listenin arkasındaki numaraya bakarken. "Siz rafları
inceleyin ya da oturun."
O çizgi romanların olduğu raflara giderken kitapçı "Ah be Rahmi amca yorulmadın aynı sahneyi oynamaktan,".
Kayıtlı numarayı tuşluyor.
"Döndü, merak etmeyin," diyor. "Burada."
Biraz sonra kitapçıya telaşla giren adama sarılırken "Bak kaybolmadım baba," diyor.
Tuttuğu ellerde kehribar yüzüğü arıyor.
İpek DİZDAR
Comments