top of page

Kara Oğlan

Yazarın fotoğrafı: Hava KANTAR YILDIRIMHava KANTAR YILDIRIM

Güncelleme tarihi: 10 Şub



-Kız Zekiye abla, akşama geliyoruz he!

-Ay gelin gelin, bizimki evdeydi ama göndeririz kahveye. Bahane arıyor zaten.


Bu konuşmanın farklı kombinasyonları her hafta rutin olarak tekrarlanırdı. Bazı haftalar Zekiye Fatoş’a seslenirdi, bazı haftalar akşama değil yarına gelin denirdi, bazen ise ikindi çayına bekliyorum diye çocuk gönderilirdi. Ama muhakkak aynı yer sofrasında haşlanmış patates, yoğurtlu, acılı turşu ve köyden gelme kokulu peynir yenir; sade kek ile küçücük cam bardaklarda asla sayılamayacak çoklukta çay içilirdi.


Gene öyle oldu. Fatoş, kızını ve üç küçüğünü de alıp yan apartmandaki Zekiye ablasına gitti. Çantasında yeni çıkardığı dantel örneği vardı. Zekiye ablasına göstermekte bir beis görmüyordu. Ancak olur da yabancı biri olursa diye yanına yedek elişini de aldı. Sonuçta her örneği her yerde öremezdi. Geçenlerde alt komşusuna bir kahve içimliğe gittiğinde kadın elindeki elişini alelacele kanepenin altına sürmüş, Fatoş'un gördüğünü anlamamıştı. Bu işin raconu buydu.


-Abla, yeğenim Bursa’dan geldi, elinde güzel bir danteli vardı. Örneği çıkardım. Ancak şurayı bi türlü yapamıyorum.

-Kanser diyorlar bu örneğe canım, vallahi kanser eder adamı. Ama Allah var çok güzel. Çayımızı içelim bakarız. Ancak ben de kıza yaparım ona göre.

- Aa, yap abla aşk olsun; senden gizli saklım mı var? Ama başka kimseye göstermek yok.


Fatoş, danteli elişi çantasının içine bıraktı. Kızlar içerde kikirdiyordu. Zekiye'nin kızı on dokuzunu geçmişti. Artık yavaş yavaş dünürcüler görünmeye başlamıştı. Fatoşun kızı ise on beşindeydi daha. Bir anda elindeki emaye tepsiyi düşürdü kız. Zekiye abla bağırdı:


- Hey kızlar yavaş, hâlen evlenmenize çok var.

- Ay abla deme öyle, bizimki zaten bi havalara girdi sorma. Kâkül kesti geçen kendine. Süslenip püslenip her cumartesi pazara gidiyor. Bir peşinden gideyim dedim geçen fark ettirmeden, pazarın girişindeki pijama satan kara oğlanla konuşuyordu.


İçerden duyulmasın diye iyice fısıldıyordu Fatoş. Kekin kokusu gelmeye başlamıştı. Birazdan kızlar sofra beziyle girer, siniyi salonun ortasına yerleştirirlerdi. Acele etmeliydi.


-Bizim kız gittikten sonra gidip yalandan fiyat sordum. Çocuk en az yirmi beş var. Konuşmasına bakılırsa buralı değil. Sonra suç üstü yapayım diye geri geldim. Sen ne diyorsun abla ne yapayım şimdi.


Zekiye Fatoş'un kulağına doğru iyice eğilip

-Dur kız acele etme, bu işi anlarız ben de gidip biraz soruşturayım . Eğer öyle bir şey varsa çok fena yaparız o şerefsizi. Küçücük çocuğa bakmak ne demek görür.


Biraz sonra sofra bezi geldi, sofralar serildi, dünyanın en güzel yiyecekleri yenildi, içildi, dantel örneği çıkarıldı ve evli evine köylü köyüne dağıldı.


Üç gün sonra Zekiye pazar arabasını da alıp pazarın yolunu tuttu. Pazarın girişindeki kara oğlanın yanına vardı.

-Oğlum bu pijamalar kaç lira?

-Elli lira abla . Ama emin ol çok iyidir. O değme markalardan daha iyi valla.

-Ne bilirsin sen o markaları . Evli misin yoksa?

-Yok abla değilim de marka bilmek için evli olmak mı gerek?

-Yok değil tabii merak ettim sadece. Var mı aklında biri?

-Ne oluyor abla sorguya çekiyorsun? Pijama mı lazım damat mı?

-Sus seni terbiyesiz.


Zekiye başını sallayarak ilerledi.

“Ne millet olduğu belli bunun, vah Fatoş kime kapılmış kızın?” diye hayıflandı, acıdı komşusuna. Pazarı bir iki kere dolandı. Biraz domates biraz da taze fasulye aldı. Patatesi beğenmedi, buruşuktu. Lahananın henüz vakti değildi. Evin yolunu tuttu.


Bir iki saat sonra kara oğlanın yanında on beş yaşlarında bir kız çocuğu belirdi. Hızlıca gelmiş nefes nefeseydi. O kara oğlan da heyecanlandı.

-Ne oldu kız?

-Ne olacak Zekiye teyze buraya gelmiş öyle mi?

-Kim o?

-Kim olacak senin yavuklunun anası, kaynanan!

- Kaynanam mı?

-Sen al mektubu, anlarsın!

-Bir daha da beni işinize karıştırmayın abi. Hiç yoktan başım belaya girecek.


Mektubu açtı kara oğlan. Sarı zarfın içerisinde kokulu mektup kağıdı vardı. Pembe kağıdın bir yanında çiçek bir yanında kalp resimleri vardı. Okudu.

Mektubu önce kalbine götürdü sonra da tezgahın altında ki -sevdiceğinin hediyesi- çiçekli hatıra defterinin arasına koydu, diğerlerinin yanına.


İşler baya sarpa sarmıştı. Bir sübyancı olmadığı kalmıştı oda oldu. Tek çareleri kalmıştı.


"Kaçır beni" diyordu kız, "annemler yanlış anlamış, ne millet olduğu belli değil diyorlar, vermezler sana, kaçır beni gidelim buralardan."


Oğlan kaç zamandır diyordu zaten. "Gel gidelim, vermezler seni bana, doğduğum yerleri beğenmezler, ailemi beğenmezler, çalıştığım işi beğenmezler, yaşadığım hayatı beğenmezler…"


Kız "Yok" diyordu, "annemler öyle insanlar değil. Ben bir yirmisine varayım, sen biraz para biriktir. Olur bu iş, neden olmasın?"


Kaçtılar… Oğlan onu sıcak memleketine götürdü. Sevdiğiyleydi artık. Ama sevgi yetti mi?


Dilleri farklı, yemekleri farklı, oturmaları kalkmaları her bir şeyleri farklı... Alıştı mı gelin?

Üç eltiye, dört görümceye, aynı evdeki kaynana-kaynataya alıştı mı? Ya hasret, ya gurbet... Geride bıraktığı hayat.. Peşinden geldiği kocası kucağına bebeği verdi ama kendi iş dedi gitti..


Kız ne uğruna geldi. "Aşk olsun, sağlık olsun yeter, para huzur getirmez" dedi, geldi.


Ama şimdi ev telefonunun başında tuşlara basarken kalbi küt küt, karşısındaki sesi çok özlemişti:


-Kızım…

- Kızım, yeter kalk artık çok uyudun..

Kız kalktı, derin bir "Ohhh!" çekti. Oğlan ise gelen mektubu okuyordu.


Sevdiği kaçır beni diyordu.

-Annemler yanlış anlamış. Ne millet olduğu belli değil diyorlar, vermeyecekler sana. Kaçır beni gidelim buralardan.


Oğlan çizgili defterden kağıt kopardı, yazdı.


-Olmaz sevdiğim. Seni telli duvaklı gelin alacağım ben. Annenler de görecek ne çok sevdiğimi. Bizimkilere haber saldım gelecekler. Nasıl biz birbirimizi sevdiysek, onlar da sevecekler. Anlayacaklar, bilecekler ve seni bana verecekler. Vermezlerse gene gelicez istemeye. Verecekler, vermezlerse gene gelicez. Er geç verecekler. Ben senden geçmem. Ömür boyu çalışırım, beklerim, senden vazgeçmem.


Öyle oldu. Kara oğlan ve kara ailesi, geldi Allah'ın emriyle istedi. Kızdı bağırdı Zekiye. Yeri yurdu bambaşka, uzağa vermem kızı dedi. İkinciye gene geldiler, üçüncüye gene. Tam yedi kez kahve yaptı kız. Gelip gidişler de tanımaya başladılar birbirlerini. Farklıydılar, ancak insandılar, hem de çok iyi insan. Kara oğlanın adı önce oğlan oldu, sonra oğlum…


İki göz bir ev tuttular, oğlana bir pijama dükkanı… Kıza da bir dikiş makinası… Geçinip gittiler. Zekiye torun baktı. Fatoş patatesli, turşulu sofralar kurdu; sade kek kokusu yayıldı her hafta apartmanlarda. Fatoş'un kızı ise okudu öğretmen oldu. Ha üç elti, dört görümce, kaynana-kaynata sık sık geldi, bizimkiler de onlara gitti. Yıllar sonra ellerinde kalan en güzel şey ise büyük kocaman bir aile olmanın güzelliğiydi…

Hava KANTAR YILDIRIM

Comments


bottom of page