Babasından azar yerken halıda yeni desenler keşfe bir çocuk gibi halıyı izliyordu Âdem. Belki yeterince izlerse şu kırmızı desenlerin arasında eriyiverir, kayboluverirdi. Bu halıyı eve ilk serişi geldi aklına, bir on yılı vardı halının. On yıla rağmen sadece biraz rengi solmuştu, hâlâ iyi durumdaydı. Derin bir nefes çekerek hep hanım sayesinde dedi kendi kendine. Evdeki her şeye hep iyi baktı, eşyalara da bana da. Her şeyi adam etti. Hanımının eksikliği bir ton daha ağırlaştı yüreğinde. Kafasını yerden kaldırdı, kayınpederi ağzından köpükler saça saça konuşmaya devam ediyordu. Adam kıvılcımlar saçan bakışlarının hedefinden damadını bir an olsun çıkarmamıştı. "Dövüyormuşsun lan bizim kızı bir de," derken damadın üzerine çullanmak istedi, oğulları adama güç bela engel oldular.
Konuşmak istedi, yok baba diyebildi cılızca. Zaten Zeynep’in çocuğu alıp gitmesi derin bir yara açmıştı kalbinde, ailesinin gelip onu suçlaması da yarasına tuz basıyordu. Ah, kimse duymadan Zeynep geri döneydi böyle mi olurdu? "Neden gittin?" bile demezdi ona, hiç ağzını açmazdı. Her şeyi unutur giderdi de Zeynep’in yokluğu herkesin diline düşmüştü bir kere.
Kayınpederin nadiren sustuğu anlarda kaynanasının inleyen, beddua eden sesi tırmalıyordu kulaklarını. Adem biliyordu, kaynanası aslında onu severdi de kadının acısı vardı işte, Âdem nasıl yavrusundan ayrı düştüyse kaynanası da kendi yavrusundan ayrı düşmüştü. "Zeynep’im de Zeynep’im," diyor, "Neredesin yavrum?" derken hem elleri hem gözyaşları dizlerini dövüyordu. Âdem kaynanasının dövünmesini izlerken kayınpederinin hırsla ona yaklaştığını fark etmedi, ta ki sıkı yumruğu yüzüne oturana kadar. Adam yumruğunu Âdem’in suratına indirirken bile cevap istiyordu, "Niye kaçırdın ulan kızımı zamanında?" diye ısrarlı bir biçimde soruyordu. Kayınları, bile isteye geç girdiler araya. Âdem iki yumruk yemeden babalarını durdurmadılar. Âdem biliyordu bunu neden yaptıklarını da sineye çekti. Şimdi sırası değildi.
Vakit geçmişti, o gözlerini kaçırdıkça da konuşmaların sonu gelmeyecekti. O da bakışlarını kayınpederinin bakışlarına kilitledi, kayınpederi ne kadar kin dolu bakarsa Âdem de o kadar kırılgan bakıyordu kayınpederine. "Kızım seninle kaçtığı için utandı da evine dönemedi," diyordu adam, sanki kaçtı diye Zeynep’i reddeden kendisi değilmiş gibi. Âdem’in ettiklerini bilseymiş Zeynep’i de torunu da bir an bu evde koymazmış, Âdem onursuz herifin tekiymiş, Âdem öyle, Âdem böyle… Âdem dinledikçe kayınpeder susmayacaktı belli ki, Âdem’in artık kendini savunması lazımdı. Büyüğe karşı konuşmak olmazdı aslında ama, adamın dili de zehir gibiydi.
Yanındaki bardaktan iki yudum su aldı, boğazını yumuşattı. İftiraları bir bir def etme vaktiydi şimdi.
"Zeynep benim gözümün nuru baba," dedi önce. "Bırak el kaldırmayı Zeynep’e kaşımı kaldırır mıyım ben? Yüzüne bir kez ters bakar mıyım? Vallahi yalan. Birisi aklını çeldi Zeynep’imin, kaçmasına kılıf bulmak için de böyle şeyler söyledi gitti. Hele lafı geçen işler, tövbe. Sağa sola böyle haber etti ki kendinde suç bulmayın. Yine de canı sağ olsun baba, bugün çıksın gelsin yine kabulüm. Bak gece sıcak yatak yüzü görmüyorum, bütün gece taksideyim. Sabah gelir yatağıma girerim, bütün kazancımı Zeynep’in eline sayarım. Kenara üç beş kuruş koyduk, onu da aldı gitti. Ben fena bir adam olsam eline para bırakır mıyım?"
Aradan bir iki demeç, bir iki hakaret ve insanlıktan ırak küfürler geçtikten sonra kayınpeder hanesini topladı gitti. Adem hemen banyoya gidip yüzüne soğuk su vurdu, aynada sızlayan yerlerini inceledi. Gözüne kan oturmuş, elmacık kemiğinin üstü şişmişti. Bu suratla mı işe gideceğim diye hayıflansa da odaya gidip üzerini değiştirdi, yola koyuldu.
Kayınpederinin, kayını olacak çakalların çevrede olmadığından emin olunca taksisine bindi. Yolda takip edilme ihtimaline karşın 4 kez sağa döndü, tam bir daire çizdi, içi rahat edince de taksiyi park edeceği yere bırakıp esas arabasına geçti. Saatine baktı, gecikiyordu. Bugün ağır misafirleri olacaktı mekânda. Dikiz aynasından yüzüne bakıp bir "Hasbünallah," geçirdi içinden, gaza asıldı. Zaten gergindi bugün, yüzünün şekli şemaili de iyice madara olmasına sebep olacaktı.
"Zeynep," dedi dişlerini gıcırdatarak, bir küfür gibi tınladı karısının ismi. Akan trafikte şakaklarını ovup içlendi. Ne olurdu Zeynep pavyonda bir gece çıkmayı kabul etseydi, kocası yanında olduktan sonra ne vardı bunda? Zorla üzerine mi atlayacaklardı sanki? Hem hadi pavyona gelmeyi kabul etmedin, ne vardı evden kaçacak? Kocasından her iki tokat yiyen evden kaçsaydı evinde oturan kadın kalmazdı bu ülkede. Yumruğunu Zeynep’e indirir gibi hayal edip direksiyona indirdi, gelmedin de ne oldu Zeynep, kaçtın da ne oldu dedi bağırarak. Sonu aynı olmayacak mı? Kocanın pavyonunda çıkmadın da elin pavyonuna düşmeyecek misin şimdi? Namussuz kadınlar gibi pavyonlardan mı toplayayım seni?
Öznur ERTÜRK
Commenti