Sendeledi, bir eliyle tezgâha tutundu, diğeriyle baharatlıktan karabibere uzandı.
Plastik leğenin yanına koydu. Kıymanın üzerine bayat ekmekleri ufalamış, bir yumurta kırmıştı. Yan taraftaki tabağa kuru soğanı ince ince doğramış, tabağın kenarına sarımsak rendelemişti.
Bu sırada kapı çaldı.
Ona evhamlı gözlerle bakmayan yegâne arkadaşı Aysel’e “Tam vaktinde geldin," dedi.
Aysel her zamanki kırmızı terliği ayağına geçirdi, Meral'in peşi sıra mutfağa gitti.
Camın kenarında duran masaya oturdu. Kahve makinasının sesi kahvesinin hazır olduğunu bildirdi.
“Sevdiğin gibi, bol kahveli tek şekerli.”
“Harikasın arkadaşım, ben koyarım fincana sen işine devam et.”
Aysel kalktı, raftan kelebekli fincanı aldı. Bol köpüklü kahvesini döktü, ortamdaki kokular kayboldu.
Yerine oturdu, kenarındaki tellerine kalem sıkıştırılmış defteri önüne çekti, içi cız etti. Buğulanan gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Kahvesinden bir yudum içti.
“Sıradaki sayfayı aç benim söylediklerini yaz olur mu?"
O sırada ‘Karanfil eker misin?’ çalan radyonun düğmesine basarak kapattı.
Aysel üzerinde ‘mutfak akıl defteri’ yazan ilk sayfayı hızla çevirdi, boş sayfaya tarih attı. 02.01.2024
“Kuru köfte ve patates kızartması, yaz. Köfteyi patatesle yerler.” Leğendeki harcı yoğurmaya başladı.
“Tamam, yazdım.”
“Bir kilo kıyma, orta yağlı olacak, kasap Erkan’a köfte yapacağım dersen o bilir.”
Leğendekileri sıraladı “Karabiber, tuz, karbonat koy, hafiçe yoğur, altı adet köfteyi ayır.” Durakladı, “Yazdın mı?”.
“Yazdım.”
Avcunun içinde şekillendirdiği köfteleri tezgâhtaki kabın içine koydu.
“Bunlar Nihal’in köfteleri."
Soğan, sarımsak ve kimyon ilave ederek yoğurmaya devam etti. İri iri şekillendirdiği dört taneyi diğer kaba yerleştirdi.
“Bunlar Nihat’ın köfteleri, koca adam oldu dört köfteyi zor bitirir.”
“Yazdın mı?”
Kahvesinden bir yudum daha aldı, “Yazdım,”.
“Ne yazdın?”
“Bunlar Nihat’ın köfteleri, koca adam oldu dört köfteyi zor bitirir. Her söylediğini yazıyorum merak etme!”
Meral tekrar elini harca soktu.
Bolca acı pul biberi ilave etti. Sokak köftecilerinin yaptığı gibi küçük küçük yassı şekil verdi.
Tezgâhtaki kaplara yerleştirdiği köftelerin sırayla kapaklarını kapamaya başladı.
Aysel, bunlar da “Nedim abininkiler mi?” dedi. Arkadaşına acıyarak baktığını fark etti, hemen gözünü sokağa çevirdi. Nedim abi Almanya’dan yıllardır izine gelmemişti.
Köşedeki çınar ağacı ilişti gözüne. Çıplak dalların ucunda son kalan yapraklardan bazıları ahenkle sallanırken birkaç tanesi telaşla sağa sola savruluyordu. Güneşten daha çok faydalanma telaşı mı yoksa üzerlerindeki gün batımı renkleri kararmadan bir an önce düşme telaşı mı, anlayamadı. Meralciğinin telaşını anlayamadığı gibi.
Dört ay önce, yolda neredeyse her gün karşılaştığı insanlara “Ben onu bir yerden tanıyor gibiyim,” dediğinde; arkadaşına randevu aldı, onu doktora götürdü.
“Erken Demans” teşhisi konduğu o günden beri aklındakileri hiç durmadan defterlere geçiriyordu. Kendini de bu işe ortak etmişti.
“Otur iki dakika” dedi Aysel.
“Yok, bitirelim sonra film izlemeye vaktimiz kalmaz.”
“Kaç tane Alzheimer filmi izledik, yazsaydık belki Guinness kitabına girerdik.”
“İstemiyorsan izleme, hatta istemiyorsan yazma da.”
Arkadaşının gittikçe asabileştiğinin farkında, “Yok tatlım, yok canım, çok şey öğrendik o filmlerden, izleyelim tabi. Hadi patatesler nasıl kızartılacak onu yazdır şimdi.”
Meral huzursuz bir kahkaha attı, “Patates öylece kızartılır mı hiç? Yaz şimdi,”.
“Kabukları soyulmuş patatesleri suya koy, üzerine yarım fincan sirke dök, beklet,” derken lavabonun içindeki leğene ıslatılmış patatesleri tezgâhın üzerine çıkardı. Kesme tahtasına uzanırken “Yazdın mı?”
“Yazdım da ben hiç bunu bilmiyormuşum merak ettim kızarınca daha kıtır mı olacak ?”
Ocağa tavayı koydu, içine yarısına gelecek kadar sıvı yağ doldurdu, altını yaktı.
“Kızartayım da gör.” Çekmeceden biri tırtıklı iki bıçak çıkardı. Nihal’in patateslerini tırtıklı bıçakla, Nihat’ınkileri düz olanla asker asker kesti, kağıt havlunun üzerine serdi.
Geçenlerde Meral ”Biliyor musun, Karataş hoca, 'Cuma duasına, haftaya sana geleceğim,' dedi, ev dağınık diye kabul edemedim,” dediğinde Aysel ne söyleyeceğini bilemedi.
"İyi yapmışsın yorulma, şimdi televizyondan 'Âmin' diyelim," diyerek geçiştirdi.
O gün aradı çocukları.
Meral tırtıklı patatesleri tavaya koydu.
Kalan patatesleri halka halka kesti, “Rahmetli kayınvalidem böyle alıştırmış Nedim’i," dedi
Tavadan gelen cızırtı sesine, nar gibi kızaran patatesin kokusu eşlik etmeye başladı. Aysel üfleye üfleye ağzına attığı patatesin çıtırtısına hayran kaldı. Ağzını açmadan 'hım' sesi çıkardı.
“Nedim ve Nihal’in patateslerine tuz, Nihat’ınkilere kajun baharatı serpilecek, o öyle sever,” dedi. Aysel’e döndü, “Yazdın mı?”.
Nihal ile Nihat’a annelerinin hâlini anlatmasına rağmen biri İstanbul’dan diğeri Bursa’dan hâlâ gelmemişlerdi.
Aysel sayfanın sonuna geldiğinde, Meral’in kendini unutalı yıllar olduğuna içerleyerek "Ya sen nasıl seversin?” diye sordu.
Meral asker patatesleri yağda çevirmeye devam ederken yorgun gözlerle Aysel’e baktı.
“ Bilmem.”
Hülya HİÇYILMAZ
Comments