top of page
Yazarın fotoğrafıArzu Buse ERASLAN

Ilık Süt

 Elini cebine attı, beş kuruşu kalmamıştı. Aslında biliyordu parası olmadığını ama seviyordu kendisine böyle küçük oyunlar yapmayı. Bugün eve yürüyeyim, spor olsun, dedi gülümseyerek kendi kendine.

Hayatta bir şeyciği dert etmezdi o güzel yüreğine. Yunus’un dediği gibi “Ne varlığa sevinirdi ne yokluğa yerinirdi”. Gerçi sevinip sevinmeyeceğinden emin olabileceği bir varlığı hiç olmamıştı. Öyle çok da kalabalık bir ailenin çocuğu değildi Şeref, kimliğinin baba hanesinde adı yazılı bir babası vardı bir de güzeller güzeli annesi.

Annesi Cevriye Hanım’ın güneşi kıskandıran sarı saçları, denizi küstüren masmavi gözleri vardı. Çocuk doğurduğunu inkâr eden incecik belinin kıvrımından da gümüş bir kemer tutunurdu.  Öğlene doğru uyanır, ilk iş olarak saçının sarı ipek tellerinde fırçasını özenle gezdirirdi.  İnci gibi dişleriyle tek tek ilgilenir, kırmızı rujunu dudağının üzerine yerleştirirdi. Yerleştirirdi diyorum çünkü kırmızı rujun icadı Cevriye Hanım’ın dudakları içindi sanki. Yanaklarına şeftali tonlarda allığı kondurur, sonra kirpiklerini aynı özenle tek tek kıvırır, kaşlarına kavuştururdu. Aynada kendisine gururla bakar ve güne öyle başlardı. Bu güzellik gurur duyulmayı fazlasıyla hak ediyordu zaten.

Günlük işler narin ellerine pek yakışmıyor o da bu geçerli mazeretin arkasına sığınıp yerden bir çöp bile kaldırmıyordu. Ona bir şölen gibi bedenini sunmak yakışıyordu sadece. Sadi Bey için bu yeterliydi yeterli olmasına ama yanlışlıkla bir çocuk getirmişlerdi bu tutkulu hayatlarının tam ortasına. 

Cevriye Hanım, memeleri bozulur diye çocuğunu tek damla emzirmedi. Sadi Bey de hak verdi, neticede meme onun bedenindeydi. Sütüyle birlikte sevgisinden de tek lokma vermedi. Kayınvalidesi çok söylendi ama ne yaptıysa da ikna edemedi. O zaman çocuğa annen baksın, dedi… Sadi Bey olur, dedi. Çarşıdan aldığı birkaç kilo portakalla beraber çocuğunu annesine kapıdan sessizce verdi.

Öyle böyle sabah sokakta, akşam babaannesinin tek odasında büyüyüp yetişti. Şeref gündüz sokakta çocuklara dalga malzemesiydi, akşam da babaannesine şamar oğlanı.

Babaannesi bazı günler diğerlerine göre daha çok söylenirdi.  O günler genelde üç aylığının tükenmesine yakın tarihlere denk gelirdi. Şeref o günlerin birinde okulu bırakıp çalışmaya karar verdi. Tek kişilik somyada koynunda uyuttuğu umutlarla yaşamaya devam etti.

Kısa süre sonra bir lokantada bulaşıkçılık yapmaya başladı Şeref. Tezgâha yetişemediğinden altına bir ahşap basamak koydular. Sabah evden hayalleriyle beraber çıkıyor; akranları okula Şeref de bulaşıkları yıkayıp akça pakça yapmaya gidiyordu. Herkes halinden memnundu. Şeref eve para getirdiğinden babaannesi daha az söyleniyor hatta bazen ona gülümsüyordu.

 

                    *

Zamanda ne çabuk geçiyor diye hayıflandı Şeref, yürümek soğukla birleşince epey yormuştu onu. Eve girdi soluklandı. Çocukken sığamadığı bu oda şimdi kocaman bir yalnızlık sunuyordu zavallıma. Babaannesi çoktan vefat etmiş, Şeref bütün hayallerinden vazgeçmiş, tam da olsun kafam rahat en azından diye kendini teskin ederken Sadi Bey’in evi terk ettiği haberi geldi. Bu haber yüreğine dokunmadı, çünkü senelerdir onu da evi de hiç görmemişti. Baba kimliğinde yazan isimden başka bir şey ifade etmiyordu.  Anası düştü gece yarısı aklına, evi az ötedeydi ama Şeref hep arka sokaktan yürür önünden hiç geçmezdi. Gitmek istese de ayakları onu taşımak istemedi. Nice sonra toparlanıp yola düştü. Bir ileri iki geri, bir ileri iki geri. Evin önünde durup şöyle bir baktı. İçindeki öfkeyi dindirmek için derin bir nefes aldı; annesini yalnız bırakmak ona yakışmazdı. Kapıyı tıklatırken biraz heyecanlıydı; seneler sonra Cevriye Hanım’ı görecekti.

Kapı açılınca, anne deyiverdi, sen misin diyen sesin peşine düşüp içeriye geçti. Cevriye Hanım yıllara meydan okuyamamış, sarı saçlarının rengi solmuş, mavi gözleri epeyce yorulmuş, göz kapaklarının altında kaybolmuştu. Diri memeleri yer çekimine çoktan teslim olmuş, Sadi Bey de kendisine tazecik bir hanım bulmuş, neyi var neyi yok satmış, güzeller güzeli Cevriye Hanım’a bir hoşça kalı bile layık görmeden onu terk etmişti. Cevriye Hanım eline geçen resmî belgeden evi boşaltması gerektiğini öğrenince feryat figan kendinden geçmişti. Hayatında ilk kez gözünden bir damla yaş düşmüş ama geçmişi temizleyememişti.

Şeref, hadi al eşyalarını gidiyoruz deyince annesi kıyafetlerini, kırmızı rujunu ve gençliğinin olduğu çerçeveyi valizine koyarken o da çocukluğunu besleyecek bir parça sevgi kırıntısı aradı ama bulamadı. Seneler önce babaannesine terkedilmek üzere yürüdüğü yolda şimdi terkedilen annesiyle yürüyordu kol kola.

Eve döndüklerinde rahat olan somyayı annesi için hazırladı. Yatağa beyaz sabun kokan tertemiz bir çarşaf serdi. Sonra, sobaya iki odun attı. Cezvedeki ıhlamur, elma kabukları ve tarçın mis gibi koktu. Ihlamur içer misin diye sordu; annesi sevmem dedi. Süt ısıtayım o zaman için ısınır dedi. Cevriye yutkundu. Şeref arkasını dönüp kazağının kenarıyla gözyaşını durdurdu. Boğazındaki yumruyu temizleyip sordu: Sütüne şeker atayım mı anne?

 


 

17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Konurkaya

Comments


bottom of page