Bugün Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde bir resim sergisine gittim. Tünelden çıkıp Taksim’e doğru yürüdüm. Markiz Pastanesi'nin önünden geçerken iç mekâna göz attım.
2016 yılından bu yana kapalı.Çok tarihi bir mekânı koruyamamışız. Yol boyunca bize yabancı, farklı dükkân isimleriyle karşılaşıyorum. Farklı uluslardan insanlar çoğunlukta. Botter Apartmanı yenilenmiş. Sinema Müzesi ilgimi çekiyor. Yürüdükçe kiliseler, birkaç bilindik marka hariç çehrenin çok değiştiğine tanık oluyorum.
Sergi hariç iki randevum daha var. Onun sayesinde bu ziyaret. İş Bankası Resim Heykel Müzesi bünyesindeki sergiye girip bir saat beynimi, ruhumu dinlendiriyorum. Bedenim yorulsa da günlük kargaşanın uzağında keyifliyim. Sonrasında arkadaşımla buluşup kahve içeceğiz.
Sözleştiğimiz saatte geliyor. Müzenin giriş katındaki kafe bölümü kalabalık. Çıkıp sakin bir yer arıyoruz. Cadde boyunca karmaşa bizi yoruyor. Arka sokaklara sapıyoruz. Küçücük sevimli bir mekânda karar kılıyoruz. Arkadaşım uzun yıllardır avukatlık yapıyor. Mesleğin açmazlarını, hukuk sisteminin açıklarını, hayatı boyunca hak savunucusu olmasına rağmen kendinin uğradığı hukuksuzlukları ayrıntılarıyla anlatıyor.
Görüşmediğimiz yılların acısını çıkarırcasına yüklerini boşaltıyor, ruhunu saran bunaltıyı alt etmeye çalışıyor. Ayrılma saati gelince onu yolcu edip ben bu civarda biraz daha oyalanacak yer arayışına giriyorum.
Bir sahaf gözüme çarpıyor. Kapı turkuaz renk, beni anlamı gibi huzura ve dinginliğe davet ediyor. Kapı kolu pirinç bir el formunda. Eli iyice kavrayıp çeviriyorum. Açılmayınca ters yöne itiyorum. Yine başaramayınca kendime doğru çekiyorum. Sanki eli yuvasından çıkarıyorum gibi bir hisse kapılıyorum. “Klik” sesiyle kapı aralanıyor.
Dışa doğru açıp içeri giriyorum. Ortam aydınlık değil. Hafif ışık veren lambalar eşliğinde koridor arkaya doğru uzanıyor. Koridor boyunca ceviz ağacından yapılma kitaplıkları, raflar dolusu kitapları, havasızlıkla karışık çikolatamsı, kahveyi andıran yoğun kokuyla (kağıdın beklemesiyle oluşan) etrafı keşfetmeye başlıyorum. Koridorun ortasında portatif merdivene çıkmış yaşlıca bir adam “Hoş geldiniz hanımefendi, dükkanımıza teşrif ettiğinize çok sevindim,”diyor.
Başımla selamlayıp ”İçeri girmekte zorlandım. Kapınız bu kadar zor açılır olmasa ziyaretçiniz daha fazla olur kanımca, ”diyorum. Adam merdiveni kapatıp ne aradığımı soruyor. Kitaplarla geçireceğim zamanın beni mutlu ettiğini, belli bir kitap arayışında olmadığımı, tarihe ilgim sebebiyle daha çok onlara bakındığımı söylüyorum.
“Hanımefendi bu koridorun sonundaki kitaplık tamamen tarih kitaplarına ayrılmıştır. Orada sadece bordo kapağı olan kitap satılık değildir. Onun harici hepsini inceleyebilirsiniz,” diyor.
Toz kokusu genzimi yakmaya başlıyor. Loş koridorda ilerliyorum. Çok eski tarihli baskıları görünce zamanla irtibatım kayboluyor. Onlarca kitabı karıştırıp ne çok kaynak olduğunu fark ediyorum. Ve o bordo kapağı olan kitap karşımda parlıyor. Elimi üzerinde gezdiriyorum. İsmi bende önlenemez bir merak uyandırıyor: “İnsan Bilgeliği, Evrensel Hukuk”.
Kapağı tuttuğum anda adamın kendinden beklenmeyecek ölçüde sert uyarısıyla irkiliyorum: ”Açmamalısınız!” diyor.
Biraz şaşkın, “Çok önemli bilgiler içeren böyle bir kaynağı neden yasaklıyorsunuz?”.
Adam sakinliğini korumaya çalışarak ”Bunu yazanlar tüm hukuksuzlukları kaleme alıp sonra da hukuksuz bir biçimde ölüme gönderilmişler. Bu kitabı satın alanların başına tatsız olaylar gelmiş. Son sahibinde uzun süre kaldı. Onun çok özel bir yeteneği vardı. 'BİLGEMİZ' diye ün salmıştı. Bize bu nadide eseri bağışlarken, "Kitabı açacak kişinin hayatında değiştireceği her neyse, bu kitabın bilgisine uygun olmalıdır. Ancak yine de bedelini ödeyerek bunu yapsın yoksa zarar görür," demişti. Sizin dileğiniz nedir?”dedi.
"Benim en büyük dileğim eşit haklara sahip bir dünyada yaşamak. Adaletin hakim olmasıdır. İsmindeki anlama uygun içerikte birş ey dilediğimi sanıyorum,” dedim.
Gülümsedi, ”Evet önemli bir kısmında bu işleniyor. Karşılığında neyi bırakacaksınız?".
Kararlı bir sesle ”İnsani, ahlaki değerlerimiz, sağlığım dışında ne dilerseniz sizindir.” dedim. Adam aynı kararlılıkla "Parmak izinizi bırakınız. Bu dünyada yaşadığınız sürece kendi hapishanenizde yaşayacaksınız.”
Terliyordum. Kıskaca alınmış hissediyordum. Parmak izimi kitaba bırakıp kitabı açtım. Adam kahkahalarla güldü. “Cesaretiniz nedeniyle sizi kutluyorum. İlk defa önerimizi kabul eden siz oldunuz. Kitabı alabilirsiniz. Onun bilgeliği ile donanacak dünyayı değiştireceksiniz. Parmak iziniz…”
Sayıklayarak hipnozdan uyandım. Psikiyatri doktorumla ilk denemem başarılıydı. Seansa gelirken ilgimi çeken sahafın sır dolu koridorlarında gezmiş, büyülü dükkanında dilekler dilemiştim. Bilinçaltımdaki tüm arzular etrafa saçılmıştı.
Ebru Topsakal Nuhoğlu
Comentarios