Mutfak masasında çay içerken yeni aldığım siyah spor ayakkabıların bağcıklarını söküyorum. Çapraz geçirilmiş ipleri çıkarırken sürahiye yasladığım fotoğrafta gözüm. Kenarları biraz solmuş; sarıp sarmalanmazsa yırtılacakmışçasına ortası bombeleşmiş. İncelmemiş bunca yıl, güçsüzleşmiş gibi. Yine de kopyalarından daha sahici. İçindeki insanların kusurları belirgin. Çoğalttığım kopyalarında yüzler pürüzsüz, renkli oldukları halde cansız gibiler.
Bir hafta önce halama gitmiştim. Albümlerine baktım ilk defa.
“Çok fazla fotoğrafı yok bizde,” dedim. Ben albüme bakarken halam başımda bekliyordu.
“Söz veriyorum, bir hafta sonra geri getireceğim.”
Verdi. Pülümür’de onların evinde çekilmiş. Daha hiçbiri göçmemiş İzmir’e. Babamın başında bir kasket var. Kulakları çıplak kalmış. Saçları kısa. İki kulağı kasketin altında kepçe. Askerden izne gelmiş. Daha evlenmemiş annemle. Fotoğrafa ait değil; planlanmış bir aile pozuna istenmeden dahil edilmiş sanki. Ellerini bacaklarının arasında birbirine kenetlemiş. Bakışlarında ise duygusu tam anlaşılmıyor.
Bağcığı bir delikten geçirip karşısındaki öbür deliğe üstten geçiriyorum. İpler dümdüz, birbirine paralel sıralanıyor. İstediğim böyle olması. Ara sıra göz hizamdaki fotoğrafı inceliyorum. İlk sırada eniştem var. Yine tok ve şişman, gülümsüyor. Eski, kapaklı çekyatlardan birine dizilmişler. Kucağında büyük kuzenim. Yanında halam var; başında beyaz bir tülbent. Dik duruyormuş o zamanlar, onunda kucağında diğer kuzenim. Eniştemle yapışıklar birbirine. Sonra bir boşluk. Babam, fotoğrafın da onların da kenarında. Zayıf; yorgun gibi. Belki uzun yoldan yeni gelmişti. Üstündekiler de kasketi gibi koyu renk. Seçilmiyor. Siyah beyaz bir fotoğraf.
İlkini bitirdim, ayağıma geçirdim. En üstte ipleri eşit boyda yaptım. Düğüm atarken birinin uzun kalıp açılmasını istemem. Bunda da bağcık geçmiyor ayakkabının deliğinden. Ucundaki ipi saran plastik çıktı. Elimle ipi kıvırıp çakmakla ısıtıyorum. Sonra biraz soğuyunca parmaklarımla yapıştırıyorum.
Hafta içi fotoğrafçıya kaç kere gittim, kapalıydı. Bir an önce çoğaltıp halama geri vermek istedim. Sonunda dükkân açılmıştı. Beş tane çoğalttım. Birini kendime aldım. Diğerlerini kağıdının içinde büfeye kaldırdım. Kardeşlerime geldiklerinde vereceğim.
Halam bize bir ara gelmiyordu, hatırlıyorum. En son babam öldüğünde görmüştüm. Fotoğrafı bir zarfa koydum. Ayakkabıları ayağıma geçirip halama gittim. Kek yapmış, limonlu.
“Çay demlenmiş, gitmeden iç bir bardak,” dedi.
Keki puf, yerken boğmuyor insanı.
Fotoğrafı albümün jelatinine, gayet özenle yerleştirdik. Halam üstünü avuç içiyle dümdüz etti, kırışık yer yok. Albümü odasına götürdü. Döndüğünde iki eli dizlerinde karşıma oturdu.
“Babam,” dedim “fotoğrafta neden üzgün görünüyor?”
“Bir tek enişten gülüyor kızım, fotoğrafta,” dedi.
Gülizar AYTEKİN
コメント