Annemin sesini duyuyorum. Ellerime bakıyorum. Beyaz olmalıydı. Olmamışlar.
Annemin çığlıklarını duyuyorum çok uzaklardan. Tarçın’ın havlamasını, babamın sesini. Sonra susuyorlar. Beni sarıp sarmalayan boşluğa kendimi bırakıyorum. Gökyüzünden döne döne süzülen kuş tüyü gibi, hafif, bembeyaz boşluğa.
***
Birlikte yürüyorduk, gökyüzünden bembeyaz bir kuş tüyü döne döne düştüydü de tam önümüze konduydu. Eline alıp baktıydı. "Anne, biz niye beyaz değiliz?" dediydi. Nasıl anlamadım? Hiç anlayamadım.
Bu kadar mı uzaktım çocuğuma, kalbine, kalbinden geçenlere? Bu kadar mı yükledik el kadar çocuğun sırtına bu insanlık suçunu? Çocuğumu cankurtarana koydular, uzaklaşıyordu. Çocuğum yavaş yavaş bu hayattan siliniyordu.
Ne garip, hayat ve ölüm arasındaki bu savaş... Başrol hayatındı ama son sözü söyleyen hep ölümdü.
"Seni yaşatacağım," dediydim ilk kucağıma aldığımda.
Gözlerinden bulutlar geçerdi. Gözlerini kırptığında sanki kuşlar kanat çırpardı. Kalbim yerinden fırlardı da içimden sessizce "Seni yaşatacağım," derdim. Yaşatamadım.
***
Televizyon izlerken 'bahtabakan' demiştim de gülmüştü. "Hayır, baba, bukalemun o," demişti. "Biz de renk değiştirir miyiz?" diye sormuştu da gülüvermiştim. "İnsanlar renk değiştirmez," demedim de güldüm.
Bahtabakanı anlatmıştım, dinlemişti sessizce.
"Diyelim ki bir dilek tuttum, mesela gömleğimi bahtabakanın üstüne örterim. Bir süre beklerim. Gömleği kaldırdığımda bahtabakan beyazlamışsa dileğim olur. Kararmışsa dileğim olmaz."
Kanadı kırık kuş gibi bakmıştı yüzüme.
"Neden hep karalar kötü sanki?" diye mırıldanmıştı.
Anlamamışım, çocuğumun yüreğinin nasıl dağlandığını anlamamışım. Körmüşüm, sağırmışım, aptalın tekiymişim. Bilmiyordum sanki, bal gibi de biliyordum. Gizli gizli ağladığını, neden ağladığını hepsini biliyordum. Duymadım mı Tarçın’a dediklerini, her gece dua ediyorum.
"Yakında ikimiz de beyaz olacağız," dediğini duydum da duymazdan geldim. Dua etmeyi bıraktığını da anlamıştım. Ansızın büyümüştü. Anlamıştım anlamasına da bir şey diyememiştim. Artık bahçede Tarçın’la koşturmuyordu. Varsa yoksa oturup o kireç kuyusuna bakıyordu.
İnşaatım batsın. İki oda ekleyeceğim diye tutturdum. Kireç kuyusunu ellerimle kazdım. Nasıl bir babayım ben? Ben artık neyim? Lafı döndürüp dolaştırıp bahtabakana getirmesinden anlamalıydım.
"Baba, ben de bukalemun gibi renk değiştirirsem, o zaman benim de arkadaşım olacak." Demiş işte çocuk, açık açık demiş. Üstüne üstlük kireç kuyusunu doldurunca "Bak, kaymak gibi bembeyaz," dediydim.
Gözlerini kireç kuyusuna diktiydi ve ilk kez 'bahtabakan' dediydi. "Bahtabakan bile beyaz seviyor," dediydi. Sesi ölü kuşlar gibiydi.
Tarçın’ın canhıraş havlamalarına bahçeye dar attım kendimi. Kireç kuyusunun başındaydı, bir nefeste kuyunun ordaydım. Bembeyaz kuyuda simsiyah bir bukle, çocuğumun saçı. Kendi çığlığımı duydum, çok uzaktan. Karımın çığlıklarına koştum. Çocuğumu çekip çıkardım kuyudan. Gözlerime baktı. Bütün kuşları gitmişti. "Beyaz olacaktım," dedi. "Bahtabakan gibi," dedi. Ellerine baktı, "Beyaz olmalıydı," dedi. Boşluğa süzüldü, gitti bir tüy gibi.
Nilgün ONARICI
Comments