top of page
Yazarın fotoğrafıZehra İlgün ÇAMLI

Şaibe Teyze (Birinci Bölüm)

 

Akşam üstü saat 5’ti. Ama şehrin bunaltıcı sıcağı henüz geçmemişti. Yokuşun başına park etti arabasını. Güneş gözlüğünü kabına koydu, saçlarını topladı. Beyaz gömleğini üstünde silkeledi serinlemek için. Arabadan indi. Ayakkabılarını süzdü. Kirlenmemişti. Telefona bakarak çıktı yokuşu. “İki dakika sonra hedefinize ulaşacaksınız” diyordu navigasyondaki ses. Yokuşun sonunda polis memuru İrfan’ı gördü.

-“Buradayız savcım” dedi İrfan.

Akşam güneşinin kıstığı gözleriyle kibarca gülümsedi Serra. “İkimiz de nöbetçi olunca olay bitmiyor İrfan memurum” dedi.

-          Boynunu bir yana büküp gülümsedi İrfan. “Bu sefer olay olay Savcım. Şehir çalkalanacak. Adnan Molla’nın eşi”.

-“Kapı açık yerde yatıyor bulunmuş kalp krizi olabilir demişti Samet”

- “Pek öyle değil gibi savcım”

- “Ne gibi ?”

- “Gelin bakın isterseniz”

 - “Bu kalabalık ne İrfan?”

- “Gazeteciler falan var. Siz hızlıca geçin savcım”

- “Kim bu Adnan Molla?”

- “Bir yıldır buradasınız savcım, duymuşsunuzdur. Hani var ya kuyumcu dükkanları, aşağı  Sulaktaki tekstil fabrikası, otel…”

- “Onların sahipleri mi ?”

-  “Aynen savcım”

Kalabalığın arasından hızlıca sıyrıldı Serra. Omzundaki çantasını sıkıca tuttu içeri girerken. Ne zaman heyecanlanıp gerilse bunu yapardı. Bahçe kapısında biraz bekledi. Üç kere derinden nefes alıp verdi. Kendisine bakan İrfan’a döndü. Başım döndü diye yalan mı söylesem dedi içinden. Sonra gülümseyerek “iyi geliyor böyle nefes al ver” dedi.

Bu şehirde böyle güzel villa var mıymış diye geçirdi içinden. Arka bahçeden köşesi gözüken havuza takıldı gözü. Her şey, herkes yok olsaydı şimdi oradan. Pantolonunu ve gömleğini çıkartıp atlasaydı havuza. Hemen şimdi…

Açık kapının önüne geldiler. Maktulün kapı ağzına doğru uzanan ayaklarını gördü ilk. Polislerin arasından sıyrılınca da tüm manzarayı…. Bu o değil miydi? Halk pazarında hep rastladığı, pazar arabasını bir şeylere yetişircesine hızlıca iten muhtemel cefakar anne ya da altın gününe kuyumcu çantası ile giden anneanne, Facebook’ta “Kaç kişi amin der?” deyip inandığı yalan haberi paylaşan, orta yaşlı kadın veyahut apartman girişinde kıstırıp müstakbel bir eş adayının olup olmadığını ahiret soruları ile tespit eden komşu teyze…

Başında çenesinin altından düğüm atılmış desenli pembe eşarp… Eşarbın ucundan bilerek çıkartıldığı her türlü belli olan, hafif krepeli saçlar… Yüzünde bir ölüm sessizliği… Siyah döpiyesi ile yerde uzanıyordu.   Peki döpiyesin içindeki? Yarıya kadar yukarı çekilmiş siyah eteğin altında, diz altı çoraplarının ise üstündeki o şey? Ya ceketinin içinde iyice aşağı çekilmiş bluzun içinden gözüken? Neydi bu? Bacaklarındaki seksi bir jartiyerden başka bir şey değildi! Seksi, pembe ve parlak! Ya üstündeki? Takım mıydı bunlar? Oydu işte. Geçen ay İrem’in “Glodya Secret”ta beğendiği o jartiyer takımın pembesi. “Bunu nasıl giyeceksin?"demişti Merve, İrem’e. İrem kalkmış,  seksi bir yürüyüş yapmaya çalışmış ve “böyle” demişti. Gülmekten karnı ağrımıştı. “Ama çok pahalı demişti” İrem. “Ben bunun ucuzunu bulurum”. Sonra, arama motoruna yazmıştı: “Gelinlik içi seksi jartiyer”.

-          “Savcım duyuyor musunuz beni ?”

-          “Evet” dedi Serra. “Dalmışım”

-          “Kötü olduysanız bir su getirelim”

-          “Ne münasebet İrfan sanki ilk defa yapıyoruz. Bu kadının eteği niye yukarıda?”

-          “Böyle bulunmuş savcım. Kargocu çocuk kapı açık halde böyle bulmuş yani. 155’i aramış”

-           “Çocuk nerede?”

-           “Buralardaydı. Bakın şu duvarın üstünde oturan”

Kalabalığa belli etmemeye çalışarak süzdü çocuğu Serra. Duvarın üstüne oturmuş, elini kumral saçlarında ve uzun ensesinde gezdiriyordu. Çok küçük değil miydi? Pantolonu zayıf bedeninden düşecek gibi duruyordu.

-          “Çocuk gitmeden ifadesini almaya götürelim. Kim var?”

-           “Samet götürsün savcım”

-          “Tamam”

-          “Maktulün ismi Şaibe Molla savcım. Sabah 10 civarında kocasını işe yolluyor. Bugün ev gezmesine gidecekmiş saat 3’te. Gecikiyor. Kargocu çocuk saat 4’te geliyor. Kapı açık, bu halde buluyor”

-          “Kocasının ifadesi alındı mı?”

-          “Yok savcım, ifade dışı bilgiler. Oradalar bakın”

İrfan’ın gösterdiği yerdeki kalabalığa çevirdi başını Serra. Birileri köşede sessizce ağlayan orta yaşlı adamı teselli ediyordu. Adamın yanındaki birkaç kadından, yaşlı olanlar ağlayıp dizini dövüyor,  genç olan birisi ise sürekli elini alnında gezdirip güneş gözlüğünü indirip takıyor, zaman zaman da kalabalığın ortasında ağlayan genç bir erkeğin omuzlarını tutuyordu.

-          “ Onlar yakın arkadaşları, bir gelini, bir oğlu, savcım”

-          “Eşinin de ifadesini alalım. Gelinin ve oğlunun da. Başka çocuğu var mı?”

-          “Bir oğlu bir kızı daha var. Kızı hastanede. Duyunca fenalaşmış. Diğer oğlu ve gelini de tatildelermiş”

-          “Kuyuşehrin Rockefelleri galiba bunlar İrfan. Haberler bayağı hızlı yayılıyor gibi maşallah!”

-          “Yani bilinirler bayağı. Zengin adam”

-          “İfadeler alınsın bir”

“Pardon savcım” dedi olay yeri inceleme ekibinden polis memuru Serhat. “Enjeksiyon izleri var kolunda”

Serra, umarsızca gözlerini kaçırdı. “Otopside anlaşılır” dedi.

“Teyze uyuşturucu mu kullanıyor şimdi?” dedi İrfan. Serra’nın kendisinden yaklaşık 20 cm aşağıda bakan gözleriyle kesişince o da gözlerini havaya kaldırdı.

Ve Şaibe Molla’nın evindeki son fotoğrafı da olay yeri inceleme ekibinden polis Emre’nin ellerinden patlayan bir flaşla çekildi. Şaibe Molla; 55 yaşında… Kuyuşehir’in altın günlerinin vazgeçilmez kadını, üç çocuğunun fedakar annesi, Sami Altınbeyli’nin tek kızı… Bir yaz akşamında, pembe jartiyeri, pembe eşarbı, siyah döpiyesi, diz altı çorapları, yumurta topuk ayakkabısı, kolunda enjeksiyon izleri ile hayata gözlerini yummuştu… Kuyuşehir’in artık yepyeni bir gündemi vardı.

Otopsi için hastane yoluna koyuldu Serra. 10 cevapsız arama yazan telefonunu arabaya tutturup geri aradı Çağatay’ı.

-“Serra gittin mi olay yerine?”

- “Ohooo herkesin ne çabuk haberi oluyor Çağatay!”

- “Dur bir Serra ya! Annemin çok yakın arkadaşıydı Şaibe Teyze”

- “Gerçekten mi?”

- “Çok üzgün annem. Şey, yemek işi var ya yarın gelecektin. Onu erteleyelim olur mu? Yanlış anlama”

- “Hayır, tabi ki anlamam. Saçmalama. O zaman başsağlığı dileklerimi ilet”

- “Peki”

-“Sen nasılsın ? Sesin kötü geliyor bayağı…”

- “Pekiyi değil. Çocukluğumdan beri tanırdım. Neyse akşam uğrarım sana belki olur mu?”

- “Olur. ……Çağatay?”

- “Bir dakika kargo geldi de”

- “Ya sırası değil ama bir bakar mısın? Adliyeye gelmesin diye senin adına söylemiştim. Benim ayakkabılar olabilir mi?”

-“Bir dakika….Annemin adını dedi ama”

- “O zaman değildir”

- “Dur yine de bakıyım. Bazen hep ona getiriyorlar diye onun adını söylüyorlar bilmeden”

- “Yok değildir ya bakma. İsmi yazmıyor mu zaten?”

- “Açtım açtım. Glodya Secret yazıyor. Senin değil Serra”

- “Glodya Secret mı?”

- Pembe bir şey… Bu ne ya? Allah Allah… Neyse Serra. Kapatıyorum ben. Görüşürüz akşam”.

- “Görüşürüz. Üzme kendini. Seni seviyorum.”

Glodya Secret, orta yaşlı teyzeler ve Kuyuşehir... “Ne kadar şaibeli bir gün!” dedi Serra.  Son virajı döndü ve hastanenin arka girişine doğru yol aldı….

 

 

 

 

 

19 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page