(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)
Zayıf çelimsiz vücudu ve korkak gözleriyle Serra’nın karşısındaydı Baran. Pantolonu yine ince belinden düşecek gibiydi. Üstünde boyundan aşağı ikisi iliklenmemiş uzun mavi beyaz çizgili bir gömlek vardı. “Teşekkürler İrfan,” dedi Serra. “Çıkabilirsiniz”. “Peki savcım,” dedi İrfan yüzünde yine aynı muzip meraklı ifadeyle. Şimdi mandalina kolonyası kokan odada üç kişilerdi: Katip Büşra, Serra ve Baran.
“Otur bakalım Baran” dedi Serra. Sandalyenin ucuna oturdu Baran. Odanın içine vuran gün ışığı gözlerini kamaştırıyor, sağ eliyle sol elinin işaret parmağını koparıyordu. Katip Büşra’nın ise yüzünün sağ tarafını yakıyordu güneş. Serra güneşi arkasına almış, elini sürekli sıcacık olan ensesine götürüp duruyordu.
Serra soruyor, Baran söylüyor, Serra toparlıyor, Büşra yazıyordu. Yazmayı bıraktıkça da mandalina kolonyasını eline boca ediyordu. Serra’nın küçük zannederek internetten sipariş ettiği sonra da iade etmeye üşendiği dev saat odanın bir köşesinde tık tık işliyordu zamanı.
“Baran” dedi Serra. “Olay günü polis merkezindeki ifadende Şaibe Molla’yı tanımam bilmem demişsin. Motosikletle kargo dağıtımı için geldiğini, motosikleti yokuşun başında bıraktığını, evin bahçe kapsının açık olduğunu, kapının önüne gelince de maktulü gördüğünü ifade etmişsin. Şimdi, olay günü korkmuş olabilirsin, kafan karışmış olabilir, üzülmüş heyecanlanmış olabilirsin. Yanlış hatırladığın bir şey varsa burada düzeltebiliriz. Tekrar başlayalım. Şaibe Molla’yı tanır mıydın önceden?”
Sağ elinin başparmağından kopardığı küçük parçayı yere bıraktı Baran. Yutkundu. Kıpkırmızı olmuş gözleriyle Serra’ya bakıyordu.
- “Tanırdım” dedi sessizce. “Tanırdım da kargo götürüyordum hep o yüzden. O kadar tanırdım. Hep kargodan dolayı yani. Konuşkan bir insandı Şaibe Teyze. Öyle kargo alıp verirken . Yani ben öyle ayrıca tanımam diye 'tanımam' dedim o gün”
- Tamam Baran sorun yok, heyecanlanmış olabilirsin, normal
- “Evet” dedi Baran. “Çok kötüydü. Hemen polisi aradım zaten. Biz bölge dağıtımı yaptık kargoda. Orası Molla’ların evi... O civarda çok ev yok. Apartman çok yok. Hem uzak hem az kargo oluyor. Ben de motorla dağıtıyordum hep o tarafı. O yüzden sık rastlaşırdık kendisiyle”
- “Peki Baran,” dedi Serra. Yazalım Büşra. “Olay günü yaşadığım şaşkınlıkla polis merkezinde Şaibe Molla’yı daha önceden tanımadığımı ifade etmiştim. Ancak olayın gerçekleştiği adrese kargo dağıtımı benim tarafından yapılmaktadır. Şaibe Molla ile de daha önce kargo dağıtımı sırasında konuşmuşluğum tanışmışlığım olmuştur.”
- “Peki Baran” dedi Serra. “Nasıl davranırdı sana Şaibe Molla ?”
Boynunu büktü Baran. Sağ gözünden akan yaşı sol eliyle hızlıca sildi. “İyi” dedi. “Çok iyi davranırdı”
- Çok uzun konuşur muydunuz?
- “Yok” dedi Baran. “Yani iş bekler benim. Öyle kapı üstünden”
- Ne konuşurdunuz ?
- Okulumu daha çok. İlk sormuştu bana; çok küçük duruyorsun diye. Sonra konuştuk. Türk Dili ve Edebiyatı okuduğumu söyledim ona. O da çok istiyormuş zamanında edebiyat okumayı. Hatta sınava da girmiş. Sonucunu bile öğrenememiş ama. Evlendirmişler. Ondan bahsetmişti.
-Başka ne konuşurdunuz ?
- Kitaplardan bazen. Ben çok kitap okurum. Çok güzel cümle kuramam ama çok kitap okurum. Şaibe de …. Şaibe Teyze de çok okurmuş. Bana bir sürü kitap verdi hatta.
Ayaküstü kitaplardan konuşmak, kitap alışverişi! Ne hoş dedi Serra içinden. Şaibeler ve Şaibe teyzeler. İkisi arasında ne ince bir çizgi vardı.
- Ne tür kitaplar okurmuş Şaibe Teyzen Baran?
Baran sol parmağını kanattığını fark etmiş sağ parmağını yolmaya başlamıştı. Büşra eline aldığı dosyayı sağ tarafına siper ederken Baran’ı heyecanla dinliyordu. Akşam evde kocasına “Kimseye söyleme ama...” diye başlayıp anlatacağı çok şey çıkıyordu bu çocuktan. Serra’nın soruları da değişikti hani. Formalite sorulardan uzaktı. Sanki bir şey biliyor gibi.
- “Evet Baran” dedi Serra. Şaibe Molla ne tür okurmuş mesela?
-“Yani” dedi Baran. “Ayaküstü konuştuğumuz için tabii çok bilmiyorum. Ama bana kitap verdi çok. Ben çok şaşırmıştım”.
- Neye şaşırdın Baran?
- Çok farklı kitaplar vardı. Market kitapları olur ya. Mesela basit dramlar. Onlardan. Ama onların yanında çıkan çok özel kitaplar vardı.
Geçen hafta marketten aldığı kitabı düşündü Serra. Market kitabı güzel bir kavramdı. Ama yanlıştı. Sonuçta klasikler de markette satılabiliyor dedi içinden. Ama galiba kendisinin aldığı kitap tam anlamıyla Baran’ın demek istediği market kitabıydı.
Baran gülümsüyordu şimdi de. Kıpkırmızı gözler ile birleşmiş mahcup bir gülümseme… Bir daha asla ulaşamayacağı bir anın gözünde canlanmasının mutluluğunun belirtisiydi belki o gülümseme. Serra ve Büşra birbirine baktı. Eli klavyeye giden Büşra’ya dur yaptı Serra. Baran’ın gözlerinde canlanan anın büyüsünü bozmak istemiyordu. Bu büyü her şeyi çözerdi belki de.
-Bu konu hakkında hiç konuştunuz mu? Şaibe Molla’nın birbirinden çok farklı kitaplar okuması hakkında Baran?
-Yüzündeki gülümseme ile başını iki yana salladı Baran. “Hayır” dedi ardından. “Biz en son Madam Bovary hakkında konuştuk. Benim ödevimdi. Karşılaştırma yapacaktık. Madam Bovary, Anna Karenina ve Aşkı Memnu.”
-“Üç benzer hikaye de mi?” dedi Serra. “Liseden hatırlıyorum. İçlerinden sadece Aşkı Memnu’yu okudum ama üç romandaki kadının hikayesi de çok benziyordu de mi? Üçü de intihar ediyor. Ve üçünün de intihar sebebi aynı.”
- “Evet” dedi Baran Serra’ya gülümserken. “İşte Şaibe Teyze de Madam Bovary’yi okumuş. 'Tekrar okuyacağım ama' dedi. Üstünden uzun zaman geçmiş”
- Okuyunca seninle kitap üzerine mi konuşacaktı?
- “Yok,” dedi Baran. “Ben öyle ödevim deyince onun da aklına geldi işte.” Gülümsemesini içine attı Baran. Kendini topladı. Ellerini dizine koydu.
Yazalım Büşra dedi Serra. “Şaibe Molla ile kargo dağıttığım esnada okulumla ilgili konuşurduk. Kendisi kitap okumayı çok sevdiği için kitaplarla ilgili de konuşurduk. Bana çok kere kitap vermişliği de olmuştur. Kendisi ile en son ödevim olan Madam Bovary isimli kitap hakkında konuşmuştuk.”
Güneş odaya vurdu, Serra sordu Baran konuştu, Büşra yazdı. Elle tutulacak hiçbir şey yok ama anlaşılacak çok şey vardı. Belliydi ki Şaibe Molla 'Şaibe Teyze' değildi Baran için. Ya bir kurban ya bir dost ya da hayranlık duyulan veyahut aşık olunan kadındı. Ya da bunlardan bir ikisi. Ya da hiçbiri. Her duygunun bir adı yoktu ki bu gürül gürül akan dünyada….
“Baran” dedi Serra. Hastaneye gideceksin. Vücudundan örnek alınacak. Sulh cezadan karar çıkmış. İrfanlar sana eşlik edecek. Elleriyle dizlerini sıktı Baran. Kalktı yerinden.
Serra lavaboya gitti. Saçlarını düzeltti. Rujunu yeniledi. Aşağıda kendisini bekleyen Çağatay’ın arabasına bindi. Çağatay’ın sıcacık elini tuttu. Her duygunun adı olsaydı şu dünyada? Mesela Çağatay’ı dün görüp bugün özlemesinin. Onun etrafında olan hiçbir kötülüğü ona konduramamasının… Aslında onun tarafından hiçbir zaman uzunca dinlenmese de Çağatay’ın kendisini anladığına inanmasının. Aşk mı? Duygusal bir muhtaçlık mı? Güvende hissetme arzusu muydu bu? Yoksa doktor Gamze’nin dediği şeyin bir sonucu mu? Evlilik yaşında bekar bir kadın olmasının sonucu…
Kendisini tanıyor muydu yeterince? Yoksa mutluluk deyince gözünde canlanan yeşil bir bahçede koşturan bir kız bir de erkek çocuğu muydu? Ve beyninin arka köşesindeki bu mutluluk tanımı kadın doğumcunun geçen ay “AMH değeriniz birin altında çocuk sahibi olmayı düşünüyorsanız acele etmenizi tavsiye ederim” demesi ile birleşiyor ve bu koca bir körlük mü yaratıyordu onda. Bilinçaltı ona bunu yapabilir miydi? Bu kadar ilkel olabilir miydi adımları? Nihayetinde Baran’ın dediği market kitaplarını okuyan birisiydi. Neden olmasın?
-“Serra” dedi Çağatay. “Daldın gittin canım. Nereye gidelim diyorum”
-“Ciğerciye gidelim mi ?” dedi Serra.
-“Yok canım” dedi Çağatay. “Daha dün yiyemedin”.
- “Deneyeceğim” dedi Serra. “Ciğer yemek istiyorum. Ciğer yiyebilmek istiyorum”.
Tabağının yarısını yedi Serra. Adliyeye döndü. İrem’in sepetindeki ürünlere baktı sabırla. Gelinlik içi seksi jartiyerin muadili bulunmuştu. Dış çekim elbisesinin ikisini de alması daha iyi olacaktı. Düdüklü tencerenin küçük boyu yeterliydi.
Akşamüstü Baran’ın raporları geldi. Kan ve idrarda uyuşturucuya rastlanmamıştı. Kıl sonucu daha sonra gelecekti. Raporu ters çevirip masanın üstüne bıraktı Serra… Karşısında domuz burnu, sivri çenesi, mikroblading kaşları, parlayan tırnakları ile genç bir kadın otuyordu. İsmi Cansu Korkmaz Molla’ydı. 15. 04. 1990 Kuyuşehir doğumluydu. Şaibe Molla’nın küçük oğlu Erdem Molla’nın eşiydi.
-“Önemli bir şey var Savcı Hanım,” dedi. “Bir gün haber veremeden kayınvalideme gitmiştim..." Akşam güneşi odaya vuruyordu. Büyük saat tık tık işliyordu zamanı….
Comments